Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

29 Eylül 2010 Çarşamba

"Ortaya Karışık"


Aman aman nerelerdeyim ben?

Pek bi yaratıcıyım son günlerde, böyle ışıklar çakıyor beynimde,hadi hayırlısı!

Öyle iyi hislere büründüm, hadi be,olacak diyorum içimden, şimdi bu satırları yazarken aklımda başka satırlar çakıyor, burayı düşünürken beynim başka şeyler de meşgul, ondan böyle arapsaçı gibi bir yazı çıkmaz umarım ortaya..bi durun bakalım.

Sonbaharın her sene bana hediyesi olarak yine midem ağrıyor, bulanıyor, öyle sabahları hamile kadınlar gibi öğürmek hoşuma gitmiyor ama onu bile umursayacak vaktim olmuyor.

İlacı yutuyorum, ama ilaç da bir işe yaramıyor, biliyorum ki bu stresten..şöyle hamağa yatsam, buram buram temiz hava kokusuyla uykuya dalsam, yarın iş var kaygım olmasa ağrır mı o mide?

Yok ağrımaz ki, işin özü rahat insan olmak lazım,patron olmalı o zaman:)

Maaş yetmeyince, işime ek olarak bir de çeviri yapmaya başladım, onlar da eklenince kendime ayırdığım zaman sıfırlandı dolayısıyla, iki satır yazmak istiyorum buraya, zamanım olmuyor:(

Maaşımla ilgili görüşme talep ettim, sallamadı kimse beni, yetmiyorsa iş bulup gidin diyormuş İK, hatta şunu da ekliyormuş, öyle mutsuz mutsuz gezip de dedikodu yapmayın, iş arkadaşlarınızla sohbet etmeyin...

-Müşteri memnuniyeti-çalışan memnuniyeti, biz bir aileyiz,sizler için varız.yürüyün kim tutar bizi!!!-

Beni siz yarattınız seyircilerim gibi bir şey..seyirciler para verip konsere gidiyor sen de paraları yiyorsun onları düşünmeden..lafla yürümeyen peynir gemileri.

Kendileri bizi bitki zannediyor, fotosentezle yaşıyoruz sanırım..

Bir an aklıma avrupa yakasındaki patron geldi,eller klavyede "Çalışın çalışın..."

Nereye düştüm ben?

Ah çömezlik günlerim! Bir şeyleri değiştirmeye çalışma isteğim, her şey yoluna girer isteğim, yok artık bunca gelişmeden sonra hiç bir şeyi değiştiremeyeceğimi öğrendim.

Şu bendeki yaratıcılığı, azmi, çalışkanlığı keşfeden her patronun tepkisi aynı,dışardan pek bi zengin mi görünüyorum ne?

Görüşmelerim oluyor elbet de, önemli olan buradan iyisini bulmak, burayla aynı ayar bir yerde yeniden kendimi gösterme isteğim yok artık, biliyorum ki değişmiyor, o yüzden hay benim mükemmelliyetçiliğim diyerek en içime sineni bulmaya yemin ettim.

Böyle yepyeni bir iş yerinde, o hevesle, mutlulukla çalışma isteğim var, öyle çok çalışmak istiyorum ki şevkle, yok yok burada değil, değmez benim emeğime onlar. Sadece işimi yapıyorum, robot gibi hepsi o , ne şevk var ne istek, iyi-tertipli ve düzgün işler çıkarıyorum ama hepsi bu, çalışa azmimi öldürenler utansın ben ne utanacağım ki?

Çok da umurumda değil artık desem?İnanır mısınız?O her şeyi didikleyen ful artık ipleri saldı gitti..

Başımda da kavak yelleri esiyor bir yandan, sonbahar beni fena çarptı..

Arada vapura biniyorum, insanları gözlemliyorum, aşırı yüksek topuklu ayakkabıları ve evimin 2 duvarını rahat kapatabileceğim kadar boyayı sarfettiği makyajıyla ortada iş yapıyorum diye dolaşan kadınları yadırgıyorum.Yaşlı mısın sen ful diyorum sonra, devir böyle, sanki sen emekli yeleğiyle geziyorsun sen de süslüsün, ama yok süslü değilim,herkesin dediği gibi "Şirinsin sen.ayy biz yapsak yakışmaz, çok aykırı kaçar da sende ne kadar normal duruyor ful?" laflarına alışığım ben.

Hem ben o ayakkabılarla yürümek için ders almalıyım, kursu falan var mıdır?Dersi de varsa, ortasında sıkılır "samba"larımı giyerim yine.

Şimdi bu konudan birden referanduma atlayasım geldi, hatta hızına yetişemediğimiz bir dolu iç karartan olaya, zorluklara, gelecek inancını yıkan durumlara,geriye doğru hızla gidişe...

Ama yok girmem o konulara ben, artık öylece bakıyorum, ne alaka şimdi topuklu ayakkabıdan referanduma..da ..yok moral bozuculuk başka şey değil.

Haber de izleyemiyorum artık, çok fazla yeni müzik grubu keşfettim, neler neler...Ama hiç birini tanıtacak vaktim yok, aslında her gün 15 dakika ayırmalıyım, ne demek vakit yok.

Karıncalarım gelmeden yazımı noktalamak durumundayım.

Bugün çarşamba şurda haftasonuna ne kaldı desem?Yarın güzel bir gün olacak benim için, cuma da geçer gider hemen..

haftasonu çalışmasam bari..

Ben ne kadar da karışığım böyle...ne çok işim ne çok sorumluluğum var,beynimi toparlayıp da konsantre olamıyorum, hiperaktiviteyle ilgili bir şeyler mi yaşıyorum acaba?

Peki mutlu muyum?

Evet.

Önemli olan da bu değil mi?



P.S.
Bana mesaj-mail atıp facebook'tan eklemek isteyen izleyiciler,
Beni yalnızca buradan takip edebilirsiniz, biliyorsunuz -kimliksizlik- pek güzel :)
sevgiler



20 Eylül 2010 Pazartesi

"2 dk.mola"


Emiliana Torrini "Jungle Drum" from miren maranon on Vimeo.


geldi mi üst üste gelir, biliyoruz..
sustum, bekliyorum sadece, neyi?
düzelmesini...

durun bi şunu izleyelim,keyfimiz yerine gelsin:)

14 Eylül 2010 Salı

"bi yaşıma daha girdim!"

İzleniyorum!
Evet evet birileri beni izliyor!
Yok öyle sokakta takip etmek gibi değil.
Çekmece ve dolaplarımı karıştıran biri var!
İrice bir fare ama iriliği aptallığı kadar belirgin değil, neden mi?
Çünkü kendisi dolaplarımı karıştırdığını bana itiraf etti!
Peki kim bu dengesiz?
Sıkı durun : bağlı olduğum amirim!

Dün yanıma geldi, işlerim başımdan aşkın, yeni dönem malum,karıncalarımın programlarıyla ilgileniyorum, bir yandan zaten bütün gün onlarla olmanın tatlı bir yorgunluğu var üzerimde.
Bir konuda konuşurken bana birden ne kadar iyi iş yaptığımı nasıl düzenli olduğumu söylemeye başladı, sonra da dedi ki size bir şey söyleyeceğim ama özel..
Eyvah dedim! nedir özel,ne diyecek sana bu kadın??yandın ful!

Bir şeyler geveledi önce..sonra dedi ki "işinizi bu kadar iyi yapıyorsunuz,bla bla bla...(dur bakalım ful bunun arkasından pis bişiler gelecek..)

.....ama dolaplarınızın içi çok karışık!!..yani hayret ettim ben.." ve alaycı bi gülümseme!
dolaplarımın iç durumunu tasvir etmeye çalıştığı kelime "karışıktı" sanırım..özellikle sanırım diyorum çünkü o an bende bir şey koptu ve algılamam sıfır düzeye indi, kahkahalarla gülmek istedim, eeeee..yok artık!!! diye:)
Boş bulundum, malum algım zayıfladı ya pat diye söyledim "siz benim dolaplarımı mı karıştırıyorsunuz nasıl yani?"dedim.
Bu aptal itirafı nasıl yapabildiğini kendisi de anlayamadığı için önce karışık ama sonrasında hemen bir o kadar pişkin bir ifadeyle beni de şaşırtarak kapakları açtı ve "işte insan böyle açar bakar ya dedi.."

Boş zamanlarında benim kilitli ofisime gelip dolaplarımı işte öylesine açan amirime sevgi ve saygı duydum...

Benim bir eksiğim var mı?kırtasiyem,özel eşyalarım,çayım kahvem, krakerlerim, ajandalarım ve muhtemelen ajandamda yazan özel notlarım, telefon numaralarım, kartlarım, kalemlerim,not kağıtlarım yerli yerinde duruyor mu diye bakmak istemiş demek ki..personelini düşünüyor tabii ki kadıncağız ne yapsın..Eğer bir eksiğim varsa yerine koyacak herhalde..
Korkuyorum yakında "ajandanıza arada resim çiziyorsunuz,insan şöyle karıştırır ya , karıştırdım ve gördüm, bunu yapmayın bir daha"da diyebilir...
Peki ya dosyalarım, belgelerim...Sadece kötülük yapmak için birini ya da bir kaçını alıp götürse oradan sonradan ben mağdur duruma düşersem kime ne anlatacağım?
Bana mı inanırlar yoksa ona mı?

Ben şaşkınlığımı gizleyemeyerek kapakları açtım tek tek, daha yeni düzenlediğimi-ki öyle-karıncalarım yanımdayken dolapların düzeltilmesinin mümkün olmadığını, "şu an bakın her şey yerli yerinde ben gayet derli topluyum" dediğimi ve şaşkınlıkla acı acı gülümsediğimi hatırlıyorum.


Ve onun her zaman olduğu gibi beni dinlemediğini,düzenli dolapların kapaklarını açınca içlerine bile bakmadığını ve hala inatla karışıktı ama olmuyor dediğini de ne yazık ki hatırlıyorum.
Hatta akabinde bi de o anı canlandırarak kapağı açtı yukarıdan bir şeyler düştü başıma dedi:))

Bundan sonra onun için dolabın iç kapağına not asacağım,diyeceğim ki "amirim, dolap hafif, açarken hızlı açarsanız yukarı rafta duran hafif afişler, karıncalarımın resim kağıtları ve bazı materyaller yere düşebilir.lütfen dikkat edin başınıza...ha!!bi de aşağıdaki rafta kahve var, diğer rafta da su ısıtıcım, bi kahve yapın kendinize, benden...yorulmuşsunuzdur."

Bu insanın benim beynimin onda biri kadar beyni olduğuna yemin edebilirim.
Benden 3 misli fazla maaş almasının nedenlerini ise biliyorum ama burada söylemek ayıp olur..zaten bu cümlemden nedenlerin ne olabileceğini anlayan anlamıştır,hoş... :)

Ne yapsam da bu hatunu bertaraf etsem diye düşünür oldum ben de...

Fare kapanı mı koysam ne?
"Aaa ne varmış burda? ful'un ajandası dur bi bakalım ne yazıyormuş.....çattttt! ahhh!"

:)))

Pes!diyorum başka da bir şey demiyorum.

İnsan mesleğini, işini, görevini yapacağına farklı işlere merak salıyor nedense...


Daha sabah gazetede okudum, halkalıdaki 13 kişinin yaşamını yitirdiği minibüs-tanker kazasında kırmızı ışıkta durmayan minibüs şöförü 2009 yılının ilk 9 ayında toplam 39 kez trafik cezası yemiş ve 13 kişiyi öldürene dek hala yollardaymış...

Adamın ehliyetine kimse el koymamış ya da kontrol etmemişler mi?

Herkes birbirinin hatasını arayadursun, haklarını gasp etsin, sırtından bıçaklasın, işini-görevini doğru yapmasın,saçma sapan detaylara takılıp tüm resmi gözden kaçırsın,daha neler gelir bizim başımıza...


Görevleri dururken, insanların dolaplarını karıştırarak özel eşyalarına-kişiliğine saygı göstermeyen bir amir ya da 39 kez ceza alıp hala trafikte araba kullanan bir şoför.


Kiminin hatasının bedeli çok çok ağır,kimininkinin bedeli insanı gülümsetecek kadar hafif de olsa, bence tek gerçek şu; o bedelleri hep başkaları ödüyor ne yazık ki...




13 Eylül 2010 Pazartesi

"kurallar çiğnenmek içindir."


Özel okullar bugün açılıyor.
Malumunuz ilk gün heyecanı...

Canlarım, mini mini karıncalarım geldi bugün, pırıl pırıl, taptazeler..sarıldım kocaman öptüm hepsini.

Yalnız bir sorunum var.

Sabah bir de baktım posta kutumda arife gününden kalma bir e-posta!O gün çalışmadık, e-posta bize ulaşmadı ki!

Efendim demişler ki herkes bugün siyah beyaz kombin klasik giyecek diye..bla bla bla..

Ben ne giydim?

Rengarenk çizgili bir bluz, spor görünümlü kumaş pantolon ve siyah spor ayakkabı :D

Saçlar zaten bonus!

Benim dışımda herkes düğüne gelir gibi iki dirhem bir çekirdek, saçlar yapılı.

Şu an tüm bu klasik robotlaşmış insan manzarasının arasında farklılığın kitabını yazmış gibi görünüyorum ve ne yalan söyleyeyim ilkin biraz rahatsız oldum.

Eve gidip kıyafet mi değiştireceğim?

Geçen sene de aynı şeyi yapmıştım, sonra rahatsız olup gidip kıyafet değiştirmiştim ama baktım ki kimse bana değer vermiyor, şu 2 senede tüm işleri bana yıkıp diğerlerinin yarısı kadar maaş veriyorlar o halde bende kuralları bir güzel çiğniyorum.

Zaten gönül bağım tamamen bitti..hiç bir isteğim kalmadı bu dedikodu kazanında çalışmak için.

Her yeri araştırmaya devam,iş görüşmelerine devam,en kısa sürede yeni ve çok iyi bir iş bulup ardıma bakmayacağım.

Her şeyi bir yana bırakın, başka bir iş yeri olsa gerçekten giyinir gelirdim de, burada kuralları çiğnemek güzel,diğerlerinden farklı olmak da!

Hele ki anksiyetemin beni bunalttığı şu günlerde iyi geldi.

Referandumdan çıkan sonuç,geleceğin asla düzelmeyeceğine dair kemikleşmiş düşünceler, az maaş, istediğin şartlarda iş bulamamak, çok yoğun çalıştığı için arasıra görebildiğin ama daha sık görmeye ihtiyacın olan bir sevgili, iş yerindeki dallas durumlarının mide bulandırıcı halleri..içten pazarlıklı çakallar..

Kendimi hep düzgün, iyi, sadık, sevilen, mutlu tutma çabam.

İşlerin yürümesi için gösterdiğim gayret.

Paranın lanet olası gücü.
Değişimlere inanmak ve değiştirebilceğine inanmak mevzuularının benim için çok geride kalması.

Tüm bunlar ruhumu sıkıyor kaç gündür, kasvet basıyo içime,nefes alamıyorum..bitsin diye dua ediyorum.

Bu ara Stereo Total - I love you Onno dinliyorum.
Yani bu kadar felaket bi durumum var:)

Aklımın iplerini saldım, ben mi kurtaracağım şu aptal dünyayı?


7 Eylül 2010 Salı

"Bay Peabody"



Kabala Felsefesini benimseyen Madonna’nın çocuk kitapları denemelerinden biri olan "Bay Peabody’nin Elmaları"nı okumuş muydunuz?
Madonna'nın Kabala öğretmenlerinden birisinin anlattığı bir hikayeden esinlenerek yazdığı bu kitabı okuduktan sonra, hikayeyi “kendi anlatımımla” sizinle paylaşmak istedim...


Çok bilindik, fazlasıyla sıradan ama bir o kadar da gözümüzden kaçan bir konunun işlendiği bir hikaye bu..ben karıncalarımla(yazılarımı okuyanlar bilir karıncalarımı) bunu elbet paylaşacağım ama sizlerle de paylaşmak istedim.
Sizler de çocuklarınıza anlatın,hatta bu kitabı onlara alın,güzel illustrasyonlarıyla anlatım daha da akıllarında kalsın,kütüphanelerinde bulunsun diye...

Hikayemiz küçük bir kasabada geçer, Bay Peabody tarih öğretmenidir ve haftasonlarını beyzbol karşılaşmaları düzenlemekle geçirir.
Maçlarda kendi kurduğu minikler takımı hep yenilir ama hiçbir çocuk buna üzülmez nedeni ise çok eğlenmeleri ve Bay Peabody’yi çok sevmeleridir.

Yine bir gün maç sonrası Bay Peabody evine doğru giderken yol üzerindeki manavdaki teagaha yaklaşır, elmalara uzun süre bakar ve en parlak ve en güzel olanını alıp cebine koyar ve gülümseyerek yoluna devam eder.
Bunu gören kasabalı çocuklardan Tommy ve arkadaşları Bay Peabody’nin elmanın parasını ödemediğini fark ederek ertesi hafta yine onu gözlemlemeye karar verir.

Ertesi hafta gelir, Bay Peabody’nin takımı maçta yine yenilir ama çok keyifli geçtiği için yine kimse mutsuz olmaz.
Bay Peabody, evine doğru yola çıkar ve yine manavın önüne gelir, geçen hafta yaptığı gibi elmalara bakar, en parlak ve en güzel olanını alıp yoluna devam eder, yine parasını ödemez.

Tommy ve arkadaşları olayın ne kadar yanlış olduğunu düşünür ve bunu akşam eve gidince aileleriyle,arkadaşlarıyla ve tanıdıklarıyla paylaşır,bu durum kulaktan kulağa yayılır.

Ertesi hafta Bay Peabody beyzbol sahasına geldiğinde hiçbir oyuncuyu orada bulamaz.Bunun nedenini anlayamadığı için oraya gelen tek kişi olan, malzemeleri taşıyan küçük gönüllü çocuğa durumun nedenini sorar.

Çocuk, Bay Peabody’e herkesin onun hırsız olduğuna inandığını ve manavdan elmaları alıp parasını ödemeden gitmesinin onlara bunu düşündürdüğünü söyler.

Bunun üzerine Bay Peabody onu da yanına alarak manava gitmeyi ve durumu açıklamayı teklif eder, manava doğru giderken geçtikleri yolda Bay Peabody’i gören eski arkadaşları ve bazı insanlar ona selam vermez, gülümsemesine karşılık alamaz, hatta tepkili ve asık suratlı yüzlerle karşılaşır, kimse onunla konuşmaz.

Manava gelirler, Bay Peabody manava bugün maç olmayacağını ve elmasını erken almak istediğini söyler, manav da “tabii ki , benim için fark etmez nasılsa her cumartesi sabahı süt alırken bir haftalık elmaların parasını bana veriyorsunuz.” der.

Bunu duyan çocuk Bay Peabody’ye dönerek “Tommy’ye gidip ne kadar büyük bir hata yaptığını anlatmalıyım” der.

Bay Peabody ise Tommy’yle konuşmak istediğini iletmesini ister çocuktan…

Olayın gerçek yüzünü öğrenen Tommy utanarak Bay Peabody’nin yanına gider.
Bay Peabody hafifçe gülümser ve der ki “biraz sonra seninle beyzbol sahasında buluşalım, evden bir kuştüyü yastık alıp gelir misin?”

Tommy koşarak eve gider, yastığı alır ve beyzbol sahasına gider. Bay Peabody onu beklemektedir.

Bay Peabody, Tommy’nin meraklı bakışlarına cevap vermek için konuşmaya başlar: “Şimdi senden o yastığı alıp içindeki kuş tüylerini buraya,sahanın tam ortasına dökmeni istiyorum…”
Bay Peabody’nin onu affetmesi için bu kadar küçük bir bedel ödeyeceğine şaşıran ve biraz da sevinen Tommy, heyecanla ve istekle yastığın içindeki tüm kuş tüylerini boşaltmaya başlar. Kuvvetli rüzgarda ve boş sahada binlerce tüy hızla etrafa saçılır, kısa sürede tümü uçuşur gider…

Görevini tamamlamanın getirdiği sevinçle Tommy Bay Peabody’e sorar : “İstediğinizi yaparak hatamı telafi edebildim mi?”

Bay Peabody cevap verir : “Görevin henüz bitmedi, şimdi boşalttığın o yastığı doldurup eski haline getirmen için bütün kuş tüyleri geri toplamanı istiyorum senden…”
Tommy öfkeyle kaşlarını çatar : “Ama bu imkansız…”der.

Bay Peabody yanıtlar.. “Benim hırsız olduğum söylentisini tüm kasabaya yayarak bana ve kişiliğime verdiğin zararın telafisi de aynı derecede imkansız der.O yastığın içindeki her bir tüyün bu kasabada yaşayan bir insan olduğunu farzet…”

Ne kadar büyük bir hata yaptığının ciddiyetine varan Tommy, "O halde yapmam gereken çok fazla iş var.."diyerek hatasını düzeltmek için ilk adımı atmışken Bay Peabody şöyle der;

“Bir dahaki sefere insanları yargılamakta acele etme ve sözlerinin ne kadar önemli olabileceğini unutma lütfen..”

Ve Tommy’nin avucuna bir elma bırakıp gülümseyerek oradan uzaklaşır...



Umarım bu anlatımdan keyif almış ve bu çocuk öyküsü sayesinde biraz olsun düşünme fırsatı yakalamışsınızdır.


İnsanları ne kadar çabuk yargıladığımızın, hükümler verdiğimizin ve gereksiz sözlerle anlamsızca birbirimizi incittiğimizin farkına varmamız için iyi bir fırsat bence!

Çocuklarınıza bu hikayeyi şimdiden anlatın ki, ileride birileri hakkında önyargılı davrandıklarını fark ettiklerinde akıllarına hep bu hikaye gelsin.

Şimdiden, kırdığınız herkesin gönlünü alacağınız, değişmeye başlayacağım dediğiniz mutlu bir bayram diliyorum…


Upuzun sofralarda keyifli sohbetler olsun,hayattaki en önemli görevin "insan biriktirmek" olduğunu anlayabilelim...

3 Eylül 2010 Cuma

"denge"


Okulların açılmasına, karıncalarımın sabah okul yollarına düşmesine, uykulu gözlerle bana günaydın demesine ve kocaman sarılmasına az bir vakit kala, çok yoğun, çok koşturmacalı, bol düşünmeli, sürprizli zamanlar geçiriyorum.


Hayatımda hem çok iyi hem de berbat diyebileceğim gelişmelerim var, yine iki kutup birarada, terazinin kefesi yine dengede anlayacağınız!


Akışına bırakıp izlemeyi, izledikçe değerlendirmeyi istiyorum.Kendimi önceden üzmenin ya da sevindirmenin bir anlamı olmayacağının aksi takdirde hayal kırıklıklarımla baş etmenin zor olduğunun da farkındayım.


Bu yüzden gönlümden geçen her şeyi bir kayığa yükleyip sulara bıraktım, sakin sakin salınıyor, ne zaman yerine ulaşır ne zaman bana geri döner ya da döner mi bilemiyorum.


Huzurluyum sadece, bazı şeyler beni zorlasa da huzurluyum...


Huzur bir yana, bu ara en çok düşündüğüm konulardan biri de insansızlık. Saçma sapan düşüncelere sapladım kendimi, o kadar bıktım ki insanları idare etmekten, ıssız adaya düşsem ne olur diye aklımdan geçiyor!


Yüz verdim diye tepeme çıkan insanlar, gereksiz samimiyetler, içten pazarlıklar, iş yerimde dönen tuhaf aç üçgenleri!Kimin kiminle birlikte olduğunu herkesten sonra duyup şaşırıp kalan bir ben!Meğer ne işler dönüyormuş etrafımda diye hayrete düşen yine ben!


Facebook dediğimiz,beni eski arkadaşlarıma kavuşturduğu için mutlu olduğum ama haddinden fazla hayatımıza girerek özelimizi afişe eden bu sanal kurum, paparazzilik görevini insanların kendi isteğiyle gayet de başarılı sürdürüyor ve günden güne ilerliyor..ve bu gelişimi gördükçe benim ıssız ada fikrim daha da ağır basıyor.


İnsan neden her anını yazar oraya? Neden ilişkisini, gittiği yerleri,işini,sıkıntısını,sevincini bu kadar deşifre eder.Sevgilisiyle kavga eden kişinin özelini oraya yazması, herkesin ona yorum yazması,şifrelerini birbirine verip mesajlarını okuyup bundan maraz çıkaran insanların komik durumuna ne demeli peki ?


...


Gülümsüyorum:)


Çünkü bana gerçekten çok komik geliyor, hayatın bu kadar ifşa edilmesi,kimliğinizi göstererek tanıdıklarınızın önünde hayatınızı deşifre etmeniz, en özelinizi söylemeniz, boy boy fotoğraflarınızı koymanız bana saçma geliyor.


Benim de facebook hesabım var kuşkusuz ve eski arkadaşlarımı bulduğum için pek mutluyum ama bir yere kadar..Ne ilişkimi ifşa ederim, ne sevgilime şifre veririm, ne oradan hayatıma ait çok belirgin ve kilit bir şeyler yazarım..Fotoğraflarımı da sınırlı görebilirler, hepsi budur.. bilemiyorum çok mu geri kafalıyım ?


Karıncalardan başlayıp iş yerindeki aşk üçgenlere oradan da facebook'a nasıl bir bağlantı yaptım bilemiyorum!ama sanal dünyaya kendini kaptıran isanların durumlarından hoşlanmıyorum.


Sanallık çağın bir gereksinimi diyebiliriz, her ne kadar bana çok uygun gelmese de..

Bir de bu aralar hoşlanmadığım başka şeyler var..mesela parasıyla her şeyi satın alabilen insanlar, yok biliyorum para her şeyi satın almaz da onlar alabileceğini zannediyorlar, haksızlığa karşı zıplayan sinirlerimi durdurmaya çalışmam işte bu nedenden.Yoksa usta Münir Özkul'un efsane karakteri Yaşar Usta gibi bir manifesto vermek isterim patronuma ve istifayı suratına atmak!Ama kolay değil bu işler..kriz teğet geçmiş-miş-miş.Hayatımda hiç bu kadar iş bulmak için uğraştığımı hatırlamıyorum...neyse..düzelecek her şey diyelim...Sahi düzelecek mi?


Ne iş yapıyorum, mesleğim nedir, az çok tahmin yürütüyorsunuz hatta bariz gibi ama sandığınız meslek de olmayabilir,belki de odur bilemiyorum...benim kim olduğumu bilmiyorsunuz ama hayatımı okuyorsunuz, bu da sanallık mertebesinde iyi bir yer olsa gerek..hoş pek çok konuyu buradan yazamıyorum ama yine de beni tanıyor ama kim olduğumu bilmiyorsunuz, bu da benim daha özgür yazmamı, kendimi daha iyi ifade etmemi, kafamın içindekileri insanlar ne der diye düşünmeden sayfaya aktarmamı sağlıyor.


Bu paylaşımı seviyorum, kendimi özgürce anlatabilme lüksünü ve sizi seviyorum...



İşin özü biraz uçlarda, bir öyle bir böyle geçiyor günlerim, terazinin mutluluk kefesi ağır bassın diye dua ediyorum..dengede kalmaktan,birden fazla iş yapmaktan, her şeyi mükemmele yakın tutmaya çalışmaktan yoruldum.



İş yoğunluğumun haddini aştığı,cumartesi de geleceksin dedikleri, ama benim kursum var dediğimde kursa gitmezsiniz bir kaç hafta diyerek suratıma ukalaca bakış fırlattıkları ve benim hiç bir şey yapamadığım şu günlerde,mümkün olduğunca fırsat yaratarak burada bir şeyler paylaşmaya çalışacağım.



Şimdilik herkese mutlu bir gün dileyip kaçıyorum!



EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!