Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

26 Ocak 2011 Çarşamba

"özlem"

İşten ayrıldığımda,
Ne bu gıcır gıcır,lüks ama içi bomboş binayı , ne yıllardır istediğim bir çekmeceli kesonu alamadıkları için her dem dağınık masamı, ne öğlen yedikten sonra midemi bozan salt kızartmalı, vıcık vıcık yağlı yemekleri, ne de ruhu alınmış, negatif enerjiye bulanmış çalışma arkadaşlarımı özleyeceğim.

Özleyeceğim şey oya işler gibi özenle tek tek dokuduğum emeğim, mesleğim adına yaptıklarım, karıncalarım ve bir kaç kişi olacak.

Şunun şurasında onların tatile girmesine 3 gün var, hatta bugünü de saymazsak 2.
Bir şey kalmadı ki...

Elimde fotoğraf makinasıyla hepsinin fotoğrafını çekiyorum, yetmez ki.
Keşke daha önceden başlasaydım çekmeye, çoğunun gözleri dolu dolu, gelip sarılıp gitme diyorlar, varsın en tepedekiler beni gördüğünde istifam yüzünden sırtını dönsün, o karşılıksız sevgi sunan mini mini kalpler bana gitme diyor ya işte bu sevgiyi kazanabildiysem ne mutlu bana diyorum.

Uzun zamandır birlikteyiz, birbirimize çok alıştık, buraya ilk geldiğimde nasıl başaracağım demiştim, ama kısa zamanda çok güzel bir düzen oturttum, her şeyi çok iyi planladım, düzenledim, işleyiş harika gidiyor, her şey yolunda.

Bu yüzden yerime gelecek kişi Tanrı'nın balla yoğurduğu bir hatun olacak eminim, çünkü hazıra konacak ama karıncalar bana diyor ki "biz onu sevmeyeceğiz, biz onun kurallarını uygulamayacağız sen nasıl yaptıysan öyle".

Ona da alışırlar ama kıskançlık damarıma da basılıyor hani bazen "yok" diyorum "alışmasınlar", "sevmesinler onu", bunca yılı, emeğimi pat diye sahiplenmesin, karıncalarımı hele hiç sahiplenmesin! Hoş yerime gelecek kişiyi de %70 ben seçtim ya..yine de bilemiyorum, hayırlısı işte...Karmakarışık duygularım :)
Yepyeni karıncalarım yepyeni arkadaşlarım olacak yeni işimde, tabii onları da tanımam, sevmem, huylarını anlamam zaman alacak.
Kimi çıldırtacak, kimi zekasına hayran bırakacak, kimi sinirlendirecek, kimi güldürecek, kimi kendini çok sevdirecek ama bunların hepsi için "zaman"gerekecek.

Burada çoğunun büyümesine tanıklık etmişken onlardan kopmak doğrusu pek zor olacak benim için.

Diyorum ya maddesel hiç bir şeyi özlemeyeceğim buradan giderken,
Sadece o mini mini kalpleri, gülen yüzlerini ve haylazlıklarını çok özleyeceğim...

Gözlerim dolu dolu.
Keşke onları da götürebilsem yeni iş yerine giderken...


25 Ocak 2011 Salı

"yeni hayat"




Orhan Pamuk'un kitabının adından esinlenerek başlığımı koydum : Yeni Hayat.

Ama öyle..

Her şey değişiyor...

İstifa süreci, ihbar süresi derken gerilen sinirlerim ve devamındaki bitmeyen geri sayım süreci...
1,5 seneden fazla çalışanlar için 6 hafta ihbar süresi veriliyor.

Ne süreymiş ya...
Bu süreyi istemiyorum ama durun bakalım neler olacak.
Çok karışık günler yaşıyorum ama buralardayım, okuyorum sizleri,
Sadece yazacak fazla bir şey yok bu ara pek, kafam meşgul.
İşe giriş belgeleri, heyetten onaylı sağlık raporları, noter tasdikli diploma örnekleri ve pek çok belgeyle boğuşmam, hepsini tamamlamam gerekiyor.


Tatlı telaşlar bunlar ve bunların arasında bir de evliliğe ilk adım olan isteme süreci var tabii!

Evlilik çok zor bir olay gibi görünse de sevgi olduktan sonra, hele ki anlayış ve hoşgörü varsa neden olmasın diyorum.

İki farklı aile, iki farklı kültür, iki farklı insan gün geliyor aşık olup evlenmek istiyor ve aynı evin içinde yepyeni bir hayata 2 kişi yeniden başlıyorlar.

Ben bu yaşıma gelene dek pek çok olay yaşadım, ailem, arkadaşlarım, yaşantım şekillendirdi beni, karşımdaki insan da aynı şekilde..Bunca sene alışkanlıklarla yaşadık, kendi kabuğumuzda kendi alanımızdaydık şimdi ise her şeyi ardımızda bırakıp birlikte taptaze bir yola başlayacağız.

Bu hem güzel hem de çok heyecan verici.


Yepyeni bir hayat başlıyor senin için ful!

Hadi bakalım, her şey yolunda gitsin.

Yüzlerimiz hep gülsün...


19 Ocak 2011 Çarşamba

"İstanbul'da yaşamaktan yoruldum artık"



Öyle bir yerde yaşamak ve yaşlanmak istiyorum ki,

İklimi hep bahar-yaz,

Doğası cömert, denizi berrak, yiyecekleri taptaze ve doğal,

Havası tertemiz, güneşi bol, çiçekleri rengarenk ve çeşit çeşit,

Arabaların gürültüsünden uzak , ulaşımı bisikletle sağlanan,

Evleri rengarenk, lüksten uzak pratik ama zevkli döşenmiş, bahçeleri geniş,

Parkları, yeşil alanları bol, kitap okuyacak, çimlere yayılıp manzaranın keyfini çıkaracak alanları fazla olan,

İnsanları güleryüzlü, meraksız, iyi niyetli kendi halinde yaşayan tenha bir şehirde nefes almak istiyorum, hatta kasaba da olur, köy de...

Yeter ki kuralsız yapılaşma ve gözünü hırs bürümüş insanların sayesinde adeta taşlaşmış, evleri üst üste yığılmış, koyu gri, kozmopolit insan yığını bir kent haline gelen ve günden güne yeşil alanların katledildiğini gördüğümüz, yardım çığlıklarının içinde boğulan ama çığlığını kimsenin umursamadığı bu şehir; "İstanbul" olmasın.

Etrafımdakilerden, bu gürültülü, kalabalık, pahalı, trafikte saatlerimi harcadığım,keşmekeş şehirden uzaklaşmak istiyorum ve evrene bu güzel dileğimi gönderiyorum,en kısa zamanda gerçekleşmesi umuduyla...

p.s.
Unutmayın hayallerin ucu bucağı, sınırları ya da duvarları yoktur, siz isteyin, hayal edin yeter, ufkunuz gelişsin,mutluluk kurallarından biri de bu aslında! Nasılsa olmaz deyip geçmeyin,inanın, isteyin...

İllüstrasyon : Jaime Anderson



18 Ocak 2011 Salı

"Sokaktaki dostlarımız için hayat kurtaran detaylar"

Bu detaylar dostlarımızın hayatını kurtarıyor:

Sokağınızdaki hayvanların kolaylıkla erişebileceği gölgelik bir yerde daima genişçe bir kap su bulundurun ve bu suyu sıklıkla (mümkünse her gün) değiştirin. Sadece kedi ve köpekler için değil, kuşlar için de içecek temiz su bulmak, en az yiyecek bulmak kadar büyük bir sorundur.

Özellikle soğuk havalarda arabanıza binip çalıştırmadan önce motor kapağını açıp bakın, tekerleklerin üst kısımlarını kontrol edin. Kediler sıcak olduğu için buralara girerler ve uyuyakalabilir ya da sıkışıp kalabilirler. Yola çıkmadan önce sadece bir dakikanızı ayırıp bu kontrolü yapmak, ısınmak için arabanızın bu kısımlarına sığınmış bir kedinin hayatını kurtaracaktır.

Konserve kutularını çöpe atmadan önce mutlaka ağızlarını ezerek kapatın. Aksi takdirde sokak kedileri kutuya sinen yiyecek kokusu nedeniyle ya da kutunun dibinde kalan yiyecek kırıntıları için başlarını kutuya sokmayı deneyecektir. Bunu yaparken kutunun sivri kenarları nedeniyle yaralanabilir, kör olabilir, başlarını kutuya sokup sıkışabilir ve kurtulamayabilirler.

Çöplerinizi gıda maddeleri ve diğerleri (örneğin cam, kağıt, plastik vs.) olarak ayırın. Bu hem yiyecek bulmak için çöpleri karıştırmak zorunda olan sokak hayvanları için, hem de geri dönüşüm için faydalıdır. Buna zaman ayıramayacaksanız, hiç değilse deterjan, ilaç, cam kırıkları, çivi, sicim, tel, pil gibi zehirli ya da yutulması halinde tehlikeli maddeleri yiyecek ve diğer çöplerinizi attığınız poşete koymayın. Bu sayede sokak hayvanlarının yiyecek artıklarıyla birlikte bunları da yutmalarını, yaralanmalarını ya da zehirlenmelerini önlemiş olursunuz.

Yaşadığınız yerdeki sokak hayvanlarına yiyecek veriyorsanız bunu trafiğin yoğun olmadığı saatlerde, örneğin gece geç saatte veya sabahın erken saatlerinde yapın. Sokak hayvanları arabalardan kaçmayı öğrenseler de çoğu durumda açlık baskın gelir ve yiyeceğe ulaşmak için trafiğe aldırmadan yola atlarlar.
Yol ortasına bırakılan kutular ve çöp poşetleri pek çok sokak hayvanının, özellikle kedilerin merakını cezbedecektir. Çoğu kedi merakına yenilir ve kutunun içine girer veya başını poşete sokar. Bunları yol kenarına, kaldırıma bırakmak meraklı ve aç bir hayvanın o sırada gelen aracın altında kalmasını önleyecektir.

Trafik kazası geçirmiş bir sokak hayvanına rastlarsanız veteriner masrafı veya kuduz şüphesi gibi nedenlerle onu kaderine terk etmeyin. Kaza geçiren sokak hayvanlarının çoğu basit bir kırık veya şok nedeniyle düştüğü yerden kalkamadığı için arkadan gelen araçların altında kalarak can verir. Tedavisini üstlenmek istemiyorsanız dahi güvenli bir yere taşıyın ve yakınlardaki bir kliniğe haber verin veya bir hayvan hakları derneğiyle görüşün; pek çok klinik ve dernek bu durumdaki bir sahipsiz hayvanın tedavisini ücretsiz veya düşük bir ücrete gerçekleştirme imkanı sunar. Isırılmaktan korkuyorsanız taşımadan önce üzerine kalın bir örtü örterek kendinizi koruyabilirsiniz.
Eğer hayvana çarpan aracı gördüyseniz ve araç sahibiyle konuşma imkanınız varsa Hayvanları Koruma Kanunu gereğince çarptığı “hayvanı en yakın veteriner hekim ya da tedavi ünitesine götürmek veya götürülmesini sağlamak zorunda olduğunu”, plaka numarasıyla şikayet halinde olası veteriner masrafından daha yüksek bir para cezası ödeyeceğini hatırlatın (Kanun No 5199, Madde 21).
Vicdanına seslenemediğiniz insanların cüzdanına hitap etmek kimi durumlarda işe yarıyor!

17 Ocak 2011 Pazartesi

"babetler"

Epeydir aşırı yüksek topuklu ayakkabı modası var.
Sanırım şu Bihter'in icadı oldu bunlar, o topuklularla yürüyememesi herkesin diline dolaştı,sonra da moda olarak karşımıza çıkıverdi.
Alışveriş merkezleri dahil pek çok yerde gördüğüm, yürürken ayakları burkulan, kamburları çıkan, üzerinde duracağım diye bel fıtığı olan,sevgilisini koluna yapışıp ondan destek almaya çalışan tüm kadınlara tavsiyem sağlıklarını da düşünmeleri.

Topuklu ayakkabı güzeldir, zariftir, tamamlayıcıdır elbette, ama aşırıya kaçıldığında görüntüsü komikten öteye gidemiyor ve her kadın yüksek topukları taşıyamıyor. Bacaklarınızın güzel olması, kıyafetinizin uyumlu olması, yürüyüşünüzün iyi olması gerek,bu da bir alışkanlık elbette.

Özellikle bel,omurga ve ayak sağlığını iyiden iyiye tehdit eden aşırı yüksek topuklu ayakkabılara karşı babetleri ve spor ayakkabıları tercih eden biri olarak, babetlerle de gayet sevimli ve şık olabileceğimizi göstermek için bir kaç model paylaşacağım sizlerle.

Emin olun belimde sorun olmasa ve yürüyebilme kabiliyetim olsa ben de 40 yılda bir de olsa yüksek topukları giymek isterdim.

Aşağıdaki rengarenk babetlere bakarsak, hepsine hayran kaldım, özellikle tarzımla da bütünleştiğini düşündüğüm ilk model tam benim için tasarlanmış diyebilirim.























P.S.Babet modelleri "pretty ballerinas"a ait.

"Küçük Mutluluk Dersleri Vol 6"


Gözlem yapmayı ne kadar sevdiğimi biliyorsunuz.

Etrafımda olan biten olayları, sebeplerini, kişilerin bakış açılarını, davranışlarını gözlemlemekten keyif alıyorum.

Sorun çıkaran, kibirli, hırslı, kendini hayatın düzenine fazlasıyla kaptırıp manevi duyguları göz ardı eden tüm insanların ortak noktasında "fazlasıyla yetişkin"olmanın yattığını düşünüyorum.

Çocukluklarını iyi yaşamamış ve/veya çocukluğunu ergenlik dönemiyle birlikte sonsuza dek yıllar öncesinde bırakmış olduklarını fark ediyorum.

Oysa kişinin hep genç kalması, hep genç görünmesi, hep genç hissetmesi mümkün!

Tabii ki saçlarımız beyazlayacak, cildimiz kırışacak, hareketlerimiz kısıtlanacak bu doğanın kanunu. İstediğiniz kadar botoks yaptırın, suratınızı gerdirin, eğer ruhunuz genç değilse hiç bir işe yaramaz,sadece bu uğurda harcadığınız para ve operasyonların size hissettirdiği acıyla birlikte kalakalırsınız.

Gülümsemekten, içten olmaktan, anı yaşamaktan asla vazgeçmeyin.

Hoşlanmadığınız ortamlardan kaçmaya bakın, sevmediğiniz insanlardan uzak durun, menfaat kelimesinin anlamını unutun mümkünse, tıpkı çocuklar gibi rahat olmaya bakın.

Küçük şeylerden mutlu olabilen insanların çoğu çocuk ruhludur zaten.
Bu sayede daha dinç, daha genç ve daha hayat dolu olursunuz.İnsanlar sempatikliğinizden pek hoşlanır,hele ki samimiyetinizi hissettirmeyi başarabilirseniz kapılar daha kolay açılır, güleryüz ve içtenlikle işler daha kolay halledilir.

Çocuk ruhlu insanların hayal dünyası pek geniştir,onlar için imkansız diye bir şey yoktur ve her zaman umut vardır.
Hayal etmekle sahip olduklarınızla birlikte sahip olduklarınızı da çıkar gözetmeden paylaşmaya bakın, mantığınızdan önce yüreğinizi dinlemek vicdanınıza iyi gelecektir.

Şimdi aynaya bir bakın bakalım, sonra da gözlerinizin içinden derinlere inerek ruhunuzu bir yoklayın.
Anı yaşayan bir çocuk olmak, hayattan keyif almak mı tercihiniz, yoksa çocukluğunuzu unutmaktan memnun, ciddi, net bir hayat mı isteğiniz.

Karar sizin, bu yaşam sizin,
Ama biraz çabuk olmalısınız,
çünkü ömrümüzün sinsi düşmanı zaman tıpkı hırslı bir yetişkin gibi davranıyor ve gözünüzün yaşına bakmadan hızla akıp gidiyor...

12 Ocak 2011 Çarşamba

"4.Murat Geri Geldi"


Birileri Ay'a gidiyor, birileri uzayda hayat var mı onu araştırıyor, birileri icatlar yapıyor, birileri Dünya'ya yön veriyor, birileri ekonomide iyi, birileri sanatta yaratıcılıkta sınır tanımıyor, birileri iyi filmler çekiyor, birileri bilim adına güzel işler yapıyor...


Peki biz ne yapıyoruz?

-Genişletiyoruz.-

Neyi?

-İlimi, sanatı, bilimi demek isterdim ama ne yazık ki "yasakları, sansürleri."-


Durum giderek kötüleşiyor, kaygılarımız boyumuzu aştı..

Buyrun habere;


Mutlaka yorumlarınızı bekliyorum,



Artık kır düğünlerinde, nişanlarda, konser ve açılış koktelyelerinde içki servisi yapılamayacak. Yemek şirketlerine, davet, konser, sergi ve açılışlarda içki servisi yasağı geliyor.

Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu'nun yayınladığı yeni yönetmelik belli oldu. İçki satışı ve kullanımına bakkallardan restoranlara, seyir yerlerinden açılışlara kadar kısıtlama geliyor.

Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu'nun yayınladığı yeni yönetmeliğine göre, Catering şirketleri artık davet, organizasyon, konser, sergi ve açılışlara içki satışı yapamayacak. Yeni yönetmelik kır düğünlerini, nişanları ve açık hava davetlerini de etkileyecek.

Yeni yönetmelik restoranlara da yasaklar getiriyor. Artık restoran sahipleri içkileri sergileyemeyecek, yani içkili tanıtım yasaklanacak.

Otoyolardaki tesislerde alköllü içki satışı yapılamayacak. Bu yasak tüm sahil yörelerindeki tesisleri de kapsıyor.

Topkapı Sarayı bahçesinde ve Aya İrini'deki konserlerde şarap servisi yapılamayacak.

24 yaşına kadar gençlerin katıldığı etkinliklerde alkollü içki satışı ve sunumuna yasak geliyor.

Yeni yönetmeliğe göre açık alkollü içki satış belgesi bulunmayan işletmeler, alkollü içki servisi yapamayacak.

DÜNYA BASINI: SİGARA VE İÇKİ TÜRKİYE'DE TABU
İçki yasağı dünya basınında da yankı buldu, New York Times "Türkiye'de alkol kullanımı sınırlandı" ifadesine yer verdi.

Gazete, yeni yönetmelikle süpermarketlerde alkollü içeceklerin çocukların ilgisini çekecek ürünlerin yakınlarına yerleştirilmesinin yasaklandığını belirtti.

İsrail'in Haaretz gazetesi de Türkiye'deki içki ve sigara yasağını değerlendirdiği makalesinde "Sigara ve içki içmek Türkiye'de artık tabu" yorumunu yaptı.

Efes Pilsen'in adını değiştirmek zorunda kalacağının vurgulandığı makalede, içki ve sigaraya getirilen kısıtlamaların sağlıkla ilgili nedenlerden çok siyasi amaç taşıdığına dikkat çekildi. Makalede, "Kısacası, alkolle mücadele Türk hükümetinin yeni politikalarından birini oluşturuyor. Bu mesele, hükümetin yalnızca sağlık ve güvenlik açısından değil siyasi kazanımlar elde edebileceğini düşündüğü yeni bir savaş alanı haline geldi" denildi.

4. MURAT YASAĞI
Tasarı Türkiye medyasında da geniş yankı buldu. Vatan gazetesi, "Kolonyaya bile içki ruhsatı" başlığıyla verdiği haberde, "Eczanelerin kolonya ve pansuman için alkol satışına bile yasak geliyor" diye yazdı.

Sözcü gazetesi "4. Murat Yasağı" başlığını atarken haberin spotunda "Artık davetlerde içki sunulamayacak. Deniz kenarında rakı balık keyfi yapılamayacak. İçki yasağı giderek genişliyor" diye yazdı.

YALÇIN DOĞAN: TÜRKİYE NEREYE?
Hürriyet yazarı Yalçın Doğan, bugünkü köşesine içki yasağını taşıdı. "Oy kullanırken yaş 18, içkide 24" başlığını kullanan Yalçın Doğan, şöyle yazdı:

"Keyfi uygulamalara açık bir yönetmelik. Bu cümle bana ait değil. Bu cümlede adı geçen yönetmelik, tütün ve alkollü içkilerin satışını düzenleyen yönetmelik. Bu cümle, anılan yönetmeliği inceleyen hukukçulara ait.

Bir yönetmelik her türlü keyfi uygulamaya açıksa, o yönetmeliğin öngördüğü uygulamadan her şey beklemek mümkün, hiç beklenmeyen durumlar doğabilir. Bu yorum bana ait.

Geçen hafta Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu tütün ve alkollü içkilerin satışı ve sunumuna ilişkin bir yönetmelik yayınlıyor. Yönetmelik önce sessiz sedasız karşılanıyor.

Hafta sonunda alkollü içki üreten şirketlerin hukukçuları yönetmeliği inceleyince, yeni bir alkollü hayatın başladığı anlaşılıyor.

Zihniyet ve yasak
İçki umurumda değil. Ama, ideolojik yaklaşım nedeniyle içkiyi yasaklamak ya da sınırlamak isteği fazlasıyla umurumda. Çünkü, belli bir siyasal zihniyetin topluma yerleştirilmesi, bu gibi yasak ve sınırlamalarla gerçekleşiyor. Bu sınırlamalar çoğunlukla içmek ve okumak üzerinden.
Yönetmelik, dünkü Hürriyet’te Ekonomi Servisinden Demet Cengiz Bilgin’in haberiyle gün yüzüne çıkıyor. Toplantılara, yollardaki lokantalara, belediye sınırları dışında deniz kenarındaki lokantalara, yılbaşı sepetlerine, vitrinlere, ilanlara içki yasakları geliyor. Çok kapsamlı bir yasak listesi. Neredeyse, içki içme yasağı kural haline geliyor.
Yönetmelikte elbette böyle bir madde yok ama, malum dinimiz içkiyi yasaklıyor. O halde içki yasak.

Sosyal etkinlikler
Dün haberi yazan Demet Cengiz Bilgin’le konuşuyorum. Demet, dünkü haberinde yer almayan, bana farklı bir boyutu daha aktarıyor.
Çeşitli kültür, spor ve sosyal etkinlere katılan insanlar arasında yaşı 24’ün altında bulunan varsa, o etkinliğe içki servisi yapılamayacağı gibi, o etkinliklerde sponsorluklar da yasaklanıyor.
Örneğin, İstanbul Caz Festivali, klasik müzik konseri, dünya basketbol şampiyonası kokteyli, Dünya Ekonomik Forum toplantısı, aklınıza ne geliyorsa.
Bunlara 24 yaş altında insanlar katıldığında ki, katılıyor, buralarda içki yasaklanıyor.
Seçme yaşı 18 değil mi? 18 yaşında bir insan oy kullanabiliyor, ülke kaderi üzerinde rol oynayabiliyor, ama içkiye gelince, yaş sınırı. 24.
Türkiye nereye?"

MEHMET TEZKAN: EVLENME YAŞINI DA 24’E ÇIKARALIM
Milliyet'ten Mehmet Tezkan ise köşe yazısına "Muhafazakar toplum inşası" başlığını attı:

"Birçok kişinin uzun süredir üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu var..
Yaşam biçimine müdahale!..
Buna belli bir yaşam biçimini ülkenin her köşesine kabul ettirme çabası da diyebiliriz..
Birileri yok öyle şey diyecektir..
Uydurma..
Ne derlerse desinler; gerçek ortada..
Son çıkarılan içki yönetmeliği bile bu çabanın ürünü..
Bu gelişmenin adına ne diyelim?
Muhafazakârlaşma tehlikesi..
Mutaassıplaşma tehlikesi diyelim mi?
*
Star gazetesi Başyazarı Mehmet Altan da dünkü yazısında bu tehlikeye dikkat çekti..
Dedi ki; “Herkes diğerini kendine benzetmeye kalkışıyor.. Şimdi bu eğilimin muhafazakârlar arasında artmaya başladığını görüyoruz..
O halde Kemalizm’in suçu neydi?(...)
İçki içmeyen..
Kapanan..
Batılı yaşam tarzından hoşlanmayan bir irade.. Kamuya ait ele geçirdiği bir yeri sadece ve sadece kendi anlayışıyla yönetmeye kalkarsa ya da kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bir bağnazlığı topluma dayatırsa..
Muhafazakârlaşma, demokratikleşmenin önünü kesecek bir tehdide dönüşür. (...) Muhafazakârlaşma, demokratikleşmeyi sollamaya başlayınca, bu, felaketin de başlangıcı olur."
*
Bana göre demokratikleşme paravandı, amaç toplumu muhafazakârlaştırmaktı..
Heykele ucube demenin de altında bu vardır..
Yönetmelik çıkararak içki içilen alanları ortadan kaldırma çabasının da..
Kendi yaşam biçimi ve algılarını topluma dayatma çabasıdır bütün bu olan biten..
*
İçki işine bakalım..
Öyle bir yönetmelik ki istediğin yere çek.. İstediğin gibi yorumla..
Ucu açık.. Yazanların amacı belli..
Ortalık ayağa kalkınca, itirazlar yükselince, yanlış anladınız öyle demek istenmiyor demek..
Uygun zaman ve zemin yaratılınca da yürürlüğe konmak..
Mesela; artık Topkapı Sarayı ve Aya İrini gibi yerlerde içki ikramı yapılamayacak..
Sergi açılışı, film galası gibi organizasyonlarda da yasak..
Kokteyl verme âdeti son buluyor.. Bir kadeh şarap ikram etmeye kalktın mı yandın..
Kır düğününde de yasak, köy düğününde de!..
Yanından karayolu geçen denize nazır restoranda da..
Daha sayayım mı?
*
Hele öyle bir madde var ki; al her yerde, her şeye uygula.. O maddeye dayanarak ülkenin her metre karesine içki yasağı koy!
Yönetmelik, 24 yaşındaki bir kişinin katılma ihtimali olan yerde içki satışı ve ikramı yasaklıyor..
Ne demek, 24 yaşındaki bir kişinin katılma ihtimali!..
*
Fatih’in İstanbul’u 21 yaşında fethetmesiyle övünenlerin, 24 yaşındaki kişiye hâlâ çocuk muamelesi yapması mantıksız gelebilir ama değil..
Amaç ne içki, ne 24 yaşındaki genç.. Amaç kendi gibi olmayana ayar vermek..
Çünkü..
24 yaşındaki kişi hâlâ çocuk sayılıyorsa.. İçkili ortamdan etkilenebileceği düşünülüyorsa..
Evlenme yaşını da 24’e çıkaralım.. Çocuk çocuğa evlilik yasak diyelim..
*
Liberal dostlar hâlâ muhafazakârlaştırma çabası yok diyor mu?"

Kaynak-Alıntı: NTVHABER

11 Ocak 2011 Salı

"şaşkınım!"



Bitti.
İstifa ettim.
Yoğun, ardı arkası kesilmeyen sorularla dolu iki gün geçirdim, hala da bitmiş değil.
Herkes bir şeyler soruyor ama sağolsun her dakika telefon açıp da iş buyuran kurumun esas sahiplerinden hiçbiri arayıp ya da yanına çağırıp da "neden gidiyorsun?" demiyor.

Herkes şaşkın, benim ayrılabileceğimi hiç düşünmemişken onlardan tek bir çıt çıkmıyor.
Verdiğiniz emeğe saygı, buraya ayırdığınız yıllar?
Gülümsüyorum sadece:)
Aslına bakarsanız asalet, zerafet, incelik gibi olgulardan zerre kadar nasiplerini almadıklarını biliyordum ama bu denli saygısız olabileceklerini de düşünmemiştim. Çünkü benim bu kurumla burada açıklayamayacağım bir bağım vardı ve en azından buna saygı gösterebileceklerini düşünmüştüm ama yine pollyanna ful olarak bu kadarını hesap etmemiştim.
Gerçi, giderken ayakkabının altına ismimizi yaz diyen, sürekli iş arayan, mutsuzluğu dibe vurmuş çalışma arkadaşlarımın olduğu bir kurumda olmaktan ne kadar mutlu olabilirim ki?
Buraya sadakatim ne kadar olabilir ki?

Burası için iyi ne düşünebilirim ki?
Sanırım “koskocaman bir hiç.”

Keşke daha önce gitseydim...
Birisi gider, birisi gelir, önemli olan çalışanın etinden, sütünden, yününden, posasından sonuna kadar faydalanmak zihniyetinin hükmettiği kokuşmuş bir düzen işte..
Üst yönetimdeki adamla asansörde karşılaştık, kafasını çevirdi.
Ve ben bir kez daha ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım.
Ne yazıktır ki insanlık erdemlerini taşımıyor bu adamlar.
İnsana böylesi huzursuzluk veren bir yerde çalışmaktan kurtulduğum için mutlu ve kuşlar kadar özgürüm.
İhbar süremi halledinceye kadar buradayım ama sonrasında güzel bir kapı açılacak ve her şey çok iyi olacak.
Burayla olan bağımı kopardığımı düşünmem bile yeter,ofis maceralarımı anlattığım yazılarımı okuyanlar nasıl eziyetlere maruz kaldığımı biliyor nasılsa:)
Onca koşturmaca ve bugün bu saatler,
Aklımdan onlarca şey geçiyor.
Hayatımdaki köklü değişikliklerin ilki ilk ayda karşıma çıktı, senelerdir çalştığım kurumdan ayrılıyorum, ve bundan sonra hem iş hayatı hem de özel hayatımda yepyeni serüvenler beni bekliyor.
Biraz şaşkınım ama aynı zamanda da mutluyum.
Değişikliklerle dolu bir yıla adım attım.
Haydi bakalım rastgele!

6 Ocak 2011 Perşembe

"ödül"


Sevgili Aynur , beni bu güzel ödüle layık görmüş, çok teşekkür ederim :)
İnsanların yüzünü gülümsetmek, renkli yazılar ve resimlerle biraz olsun sizleri bulunduğunuz ortamdan daha iyi yerlere götürmek istiyorum.
Rangarenk ve mutlu günlere...
Bu ödülü vermek için 10 kişiyi ayırmak istemiyorum,beni takip eden herkes üzerine alınabilir:)
Yüzünüz hep gülsün!

5 Ocak 2011 Çarşamba

"karar günü geldi..."


Dün oldukça karışık bir gün geçirdim.
İç hesaplaşma ve keskin bir kırgınlık vardı içimde..
Neden mi?

Dün görevim olmayan bir toplantıya katıldım metazori usulü, üstelik saçma bir görevle. Gururum kırıldı bininci kez, pes dedim, istemeye istemeye girdim odaya sonra da toplantı sırasında üst düzey hatunlardan, daha doğrusu kurumda hissesi olanlardan birinin "wake up ful! wake up! bu konu sizi de ilgilendiriyor not alın" diye zırvaladığını hatırlıyorum! Nasıl bir hitap tarzıdır bu, nasıl guru kırıcı, nasıl incitici..acaba bu kişi insanın kafasında bir takım durumları toparlayıp not alabileceğini düşünmekten aciz midir?

Hiç kimse bana bu şekilde hitap edemez, hiç kimse.
Ne eğitimim, ne kariyerim,ne duruşum,ne de kişiliğim buna izin vermez. Kim olursan ol,istersen dünyanın sahibi ol, bana saygı göstermek zorundasın.Beni bir yana bırakalım, orada yerleri paspaslayan adama da saygı göstermek zorundasın,kapıdaki güvenlik görevlisine de,müdüre de, genel müdüre de,santralde çalışanlara da!İnsan ayırt etmeksizin..İnsanların tümüne saygı göstermelisin!Çünkü "Saygı" her şeyin başında gelir, gelmelidir.

Her ay aldığım maaş emeğimin karşılığıdır yalnızca bu,başka hiç bir şey değil.Maaş verdi diye bizi, duygularımızı da mı satın alacağını sanıyor bu kadın?

En kötüsü de bir şey söyleyememek..Öylesine kırıldım ve öylesine öfkelendim ki, toplantıdan çıktığımda ayanaya baktım ve kendi surat ifademden korktum inanın.Gözlerimden alevler saçıyordum,o kadar katı bir duruşum vardı ki, yazık nasıl sıkmışım kendimi:) Bu duruşa rağmen br şey anlamayan nedir artık ona bir şey diyemem...

Derken elimi cebime attım, telefonum sessizdeydi, baktım ki 9 cevapsız arama!
Korktum, dedim ki birine bir şey mi oldu?
Sonradan baktım ki görüşme yaptığım yer ile ilgili aranmışım,beni bulamayınca evi aramışlar, sonra evdekiler beni teker teker aramış, derken ben adamlara ulaştım.

Bana teklif verdiler, nasıl bir teklif?
Maddi imkanları buradan çok farklı değil ama artı imkanları var, yol mesafem biraz daha uzayacak ama fazla değil,sanırım yarım saatlik bir yol daha olacak benim için en fazla.
İşim ise daha yoğun olacak, yeni bir yapılanmanın içinde buluyorum kendimi, bir nevi koordine etmek gibi pek çok şeyi..Belki de bundan korktum, yeni iş,yeni insanlar,yeni karıncalar, yeni bir adaptasyon süreci, yeni bir servis, yeni bir yemekhane:))Aslına bakarsanız bu tip durumlarda hiç yabancılık çekmeden kendimi adapte ederim, kenarda pısırık bir kedi gibi oturmam ama yine de alışkanlıktan sıyrılamama gibi bir sorunum var sanırım.

Diyorlar ki bana burası senin gibisini kaybetmek istemez, kesin gitme diye maaşına zam yaparlar.O zaman kalır mısın ful? Salak gibi önce evet dedim dün, sonra hayır dedim, sonra suratımı buruşturup bir çocuk gibi ağlamaklı karışık oldum.Suratıma mı tükürmeleri gerekiyor yani, git kendine yeni bir kariyer yap dedim...
Bu yeni kurumda kariyer yapmak adına çok daha iyi imkanlarım olacak, yabancı dilimi daha da geliştirme fırsatım olacak çünkü çoğunlukla yabancı dille işlerimi yürütmek zorundayım.

Hala içimde bir takım aptalca aidiyetlik hisleri barındırdığımı fark ettim, kendi kendime "ful sen iyi misin ?" dedim, "Sana yaptıkları saygısızlıklar, seni ağlatmaları, vermedikleri değer, zerre kadar önemsenmemek...Sadece karıncalar için katlanılır mı?"dedim...
Onlara çok alıştım ben, karıncalarıma.Öyle seviyoruz ki birbirimizi..ama artık bu anksiyatik halimden çıkıp ayaklarımın üzerinde durmalıyım,bir karara varmalıyım.
Bugün karar günü, benden yanıt bekliyorlar ve benim oturup düşünmem gerek.
Daha neyi düşüneceksin ful kızdırma beni :)

Maaşı çok değil ama biraz daha yüksek,
Sosyal imkanları daha geniş,
İş daha yoğun ama pozisyonum buradakinden daha yüksek,
Yol daha uzak ama servis var dediler olmazsa da yol paramı verecekler bir zahmet,
Değer göreceğim, burada toplantı sırasında herkesin içinde sizi rencide eden saygısız insanlarla bir arada olmayacağım,
Ne kadar alışkanlık desem de bu da bir nevi bağımlılık oldu, yeni insanlar tanıyıp yeni çevreler edineceğim,
Mesleki anlamda iyi yerlerde olan ve benimle aynı bölümden mezun bir yöneticim olacak...
Daha ne isterim? Olumsuz koşullar yeni yapılanma adına olabilir belki ama ben hepsinin üstesinden geleceğimi düşünüyorum.

Bu satırları yazarken arandım ve kendilerine son bir detayı da netleştirirsek olumlu yanıt vereceğimi söyledim.Sanırım tüm iş o detayda eğer o da hallolursa evet derim yoksa yine farklı arayışlara devam ederim gibime geliyor.

2011 pek hızlı başladı....

Lunaparktayım sanki, her şey ışıl ışıl, ellerimde balonlar, öyle karşılıyorum 2011'i.
Dilerim her şey güzel olur, hatta şöyle söyleyelim ki evrene güzel mesajlar gitsin,
Biliyorum, her şey güzel olacak ve yolunda gidecek.

4 Ocak 2011 Salı

"3.yıl"



Biz zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.
Saçları tuhaftı.
Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.
Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.
Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.
Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı...


2008 yılının Aralık ayında başlamıştım blog yazmaya.
İçimde ne var ne yoksa sizlerle paylaştım, kimseye anlatmadıklarımı dahi sizler biliyorsunuz:)
Öyle düzenli yazamadım, arada kaprisler yaptım,çok zor zamanlar,umutla bekleyişler atlattım ama sonunda yine buraya aranıza döndüm ve yazmaya hep devam ettim.
Şimdi bakıyorum da 2 yılı devirip 3.yıla merhaba dedik,


270 kayıtlı yazı, 2758 yorum ve 650 izleyiciyle koskocaman bir aile oluvermişiz.
Sizlere çok alıştım ben, yazmaya, anlatmaya,paylaşmaya...


Yeni senede ufak tefek değişiklikler olacak blogumda, sağ kısımdaki anketler de hem mesleki anlamda hem de hobilerim alanında bana biraz destek olacak.
Yine rengarenk, okuyunca içinizi açacak,küçük bilgilerle sizi keyiflendirecek,umut dolu ama en önemlisi içimden geldiği gibi bir sayfa olacak bu sayfa.

Daha nice senelere, hep birlikte, daha da büyüyerek...




P.S.
Bu arada "uykusuz" nerelerdesin?Okuyorsan beni ses ver!

"umut"

Beklenti içinde olmazsak hayatın ne anlamı kalır?
Bir şeyler sürekli değişecek, yenilenecek, beklenilecek ki umudumuzu kaybetmeyelim.
Kedilerin balıkçıları beklediği gibi bekleyelim ve yürekten isteyelim olmasını istediklerimizi...

Geçtiğimiz hafta bahsetmiştim iş görüşmem olumlu geçti, benimle çalışmak istiyorlar, 150-200 kişi içinden şu an 1.sıradaymışım öyle söyledi İK departmanı ve birlikte çalışacağım koordinatör kişi. Ancak içimde bir ses var. O ses bir şeyler söylüyor sürekli, benim kuruntum mu yoksa değil mi kısa bir zaman sonra ortaya çıkacaktır.
Hiç bir işyeri, hiç bir patron, hiç bir kurum mükemmel değil. Hepsinde sorunlar var, hele ki benim gibi bir mesleğe sahipseniz, tüm Dünya'da çok geçerli olan ancak Türkiye gibi bir ülkede kabul görmesi, düzenlenmesi biraz zor olan bir meslek ise, her zaman bir şeyleri yeniden kurmak, yeniden düzen sağlamak zorundasınızdır.

Bekleyiş içindeyim ben de, hayatım kökünden değişiyor, bir şeyler giderek ilerliyor, heyecanım var, minik kaygılarım var, kolay değil tabii.
Evlenmeyi düşünmek, işimi, düzenimi değiştirmeyi düşünmek,her şeye yeniden başlamak, güzel ve tatlı telaşlar bunlar.
Belki de işim değişmez, bilemiyorum dedim ya içimde minik bir kaygı var, benim hislerim genelde beni yanıltmaz ama bekleyip göreceğiz gibime geliyor. İnsan kişi benim kadar tez canlıysa bekleyiş bazen azap haline gelebiliyor ama her seferinde evrende ne kadar minik bir zerre olduğumu hatırlıyor ve tüm bu koşturmacanın aslında uzaktan bakıldığında ne kadar basit olduğunu fark ediyorum. Bu durum benim biraz rahatlamamı sağlıyor.

Gelişmelerimi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum:)

Hani eskiden çok alay ettiğim ama belli bir yaştan sonra "gerçekten de çok doğruymuş ya!"dediğim bir laf vardır : "Hayatta her şeyin en hayırlısı olsun"diye.Çok iyi söylemiş kim söylediyse, eğer gerçekten benim için hayırlı olan yeni işyeri ise olsun elbette, ancak olmazsa da mutsuz da olsam, hali hazırda bir işim var, beni üzecek bir durum olmayacak diye düşünüyorum.

Düşünmeyi sevmiyorum ama yine de düşünüyorum işte!

Yeni senede yeni beklentiler ve yeni umutlar !

İyi haftalar...

P.S.
"Yukarıdaki görsel, çocuk kitaplarını da resimleyen illüstratör Necdet yılmaz'a aittir."

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!