- Ful yaprakları
- Türkiye
- Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com
Yazılarım - Etiketler
değer verenler
31 Mart 2009 Salı
"kısa kısa"
Yoğun bir iş temposundayım yine, bir takım aksaklıklar yaşamadım da değil, zaten onlarla uğraşmaktan yazmaya fırsatım olamadı.
Karıncalarım sıcak havanın kendilerine sunduğu her türlü nimetten faydalanıyorlar, bahçede atlıyor,zıplıyor,koşuyorlar...Biz ise yetişkinler olarak baharın geldiğine seviniyoruz elbette ama o güzelliği yaşayacak vakti bulmak için bir hafta çalışıp haftasonunu getirmemiz gerekiyor...
Üstelik benim gibi gastrittten muzdaripler bilir ki bahar ayları midenin "ben burdayım ve hayatını kabusa çevireceğim" ayıdır! Dün gece ağrıdan kıvrandım, bugün hala aynı, mayısa kadar bu süreç böyle devam eder, her yıl bahar aylarına rastlar mide doktoru ziyaretlerim:)
Bir yandan da gün sayıyorum, gelecek hafta pazar sevgilimi askere uğurlayacağız.Günler yaklaştıkça durumun ciddiyetini kavrıyoruz ama içim çok rahat, artık bu işin hayırlısıyla tamamlanmasını ve hayatımıza bir yön vermeyi bekliyorum...
Okuduğunuz üzre, pek de keyfim yok, sadece bekliyorum,
Güzel günler gelecek, biliyorum!
26 Mart 2009 Perşembe
"100.yazı"
"yoğunum-yoğunsun-yoğun"
"Orman ve güneşe özlem..."
Yalnız bizim işyerinde durumlar bir önceki yazdan biraz farklı olacak.
Niye mi?
Çünkü plansız yapılaşmanın son 4-5 yılda dibine vurduğu, doğallığını yitirip imdat çığlıkları atan, köy kentim İstanbul'un yüksek binaları yüzünden..
Tam karşımıza sadece bir sokak genişliği kadar yakınımıza bir bina dikiliyor!
Benim mekanım TEM manzaralıdır, uzaktan yeşil alanları, yüksek olan siteleri, çarşıları ve bir çok yol bağlantısını görür.
Hatta ilk geldiğimde trafik yol durumunu sabahları buradan verebilirim demiştim:)
Oysa şimdi o manzaranın %70'ini kapatacak çirkin bir betonla karşı karşıyayız.
Her şeyi geçtim- ki geçilecek yanı olmamasına rağmen, güneşimizi de engelleyecek.
Sabahtan öğleye kadar çok güzel güneş alıyor mekanım, öğleden sonra da diğer pencereden güneş alıyor...Kısacası tüm gün sıcacık, aydınlık, ferah...
Binanın ilk katlarının hızla belirginleştiği günlerde pirinç dişli karıncalaımdan biri geldi yanıma ve üzülerek şöyle dedi "oraya bina yapıyorlarmış ama çok gölge olacak şimdi..."
Dün de 2 pirinç dişli karıncam geldi koşarak, harıl harıl pencerelerden dışarı bakıyorlar, sağa gidiyorlar "buradan da kapanıyor", sola gidiyorlar "buradan da görünmeyecek" diyorlar..
Canlarım ne yapıyorsunuz nedir görünmeyecek olan dedim "Güneş..." dediler."biz bütün pencerelerden bakıyoruz, her yerinden güneş kapanıyor, çok çirkin bu.." dediler ve eklediler "acaba kaç katlı olacak..."
Şimdi..Bir çocuk gözüyle baktık olaya, bir yetişkin gözüyle de, hatta duyarlı bir insan gözüyle baktık ve gördük ki; bu çocukların ve bu şehrin insanlarının bu iğrenç kocaman beton yığınlarına ihtiyacı yok.
Biz ağaç özlemiyle yanıyoruz, çeşit çeşit ağaçların bir araya getirdiği ormanları istiyoruz, ciğerlerimizi dolduracak oksijen ağaçlardan geliyor bize betondan değil.
Su kaynaklarıız kuruyor, enerji kaynaklarımız tehlikede, ormanlar giderek yok oluyor.
Biz ne yapıyoruz : Kişi başına 3 çocuk!
Biz ne yapıyoruz : Bağları bağçeleri yok edip üzerlerine bina,
Biz ne yapıyoruz : Plastik poşet kullanımına devam ediyoruz,
Biz ne yapıyoruz : Televizyonlar standby düğmesinde, bilgisayar ekranları sürekli açık, deodorantlar kutu kutu....
Biz ne yapıyoruz : Saatlerce duş alıyoruz, halı yıkıyoruz, arabaları hortumlarla foşur foşur köpüklüyoruz..
Biz ne yapıyoruz : Mangal uğruna tüm ormanı ateşe veriyoruz.
Biz ne yapıyoruz : Lale dikerek çevreyi güzelleştirdiğimizi ve plansız yapılaşmanın üstünü örteceğimizi zannediyoruz.
Biz ne yapıyoruz : Bize bir şey olmaz diyoruz..........
Bu toplumun bilinçlenmesi, birlik olması, duyarlı olması;
Binaların ardından yeniden sokaklarımıza güneşli günlerin geri gelmesi kadar uzak mı sizce?
25 Mart 2009 Çarşamba
"değişikliğe devam"
Sağdaki sütunları dikkatle incelemenizi rica ediyorum,
Bahar temizliğine devam!
Bakalım beğenecek misiniz?
Yorumlarınızı bekliyorum :)
"Şimdi değilse ne zaman?"
Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız.
Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni biraraba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.
Gerçek ise su andan daha iyi bir zaman olmadığıdır.
Eğer şimdi değil ise ne zaman?...
Hayatiniz her zaman mücadelelerle dolu olacaktır.
En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.
En sevdiğim sözlerden biri Alfred D. Souza'ya aittir.
Der ki; "Uzun zamandan beridir hayatin -gerçek hayatin- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım.
Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı.
Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatimdi."
Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi.
Mutluluk yoldur, öyleyse sahip olduğunuz her anin kıymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için, ona daha fazla değer verin.
Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse; okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar, çocuklarınız olana kadar, çocuklarınız evden ayrılana kadar, işe başlayana kadar, evlenene kadar, Cuma gecesine kadar, Pazar sabahına kadar, Yeni bir araba, ya da ev alana kadar, borçları ödeyene kadar, ilkbahara kadar, Yaza kadar, Sonbahara kadar, kışa kadar, maaş gününe kadar, şarkınız söylenene kadar, emekli olana kadar, ölene kadar....
MUTLU OLMAK İÇİN İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ 'AN' DAN DAHA İYİ BİR ZAMAN OLDUĞUNA KARAR VERMEK İÇİN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİN.
MUTLULUK BİR VARIŞ DEĞİL, BİR YOLCULUKTUR.
"PEK ÇOKLARI MUTLULUĞU İNSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OYSA MUTLULUK İNSANIN BOYU HİZASINDADIR."
Unutmayın "YARIN KIMSEYE VAAD EDİLMEMİŞTİR"
MURATHAN MUNGAN
"Sevgili Günlük"
Zamanın bilinen en iyi antibiyotiklerden daha iyi bir ilaç olduğunu biliyorum, zamanın insanı olgunlaştırdığını da aynı zamanda böylesi bir ülkede yaşamanın yan tesirlerini de...
İş yerlerinde "huzur" kavramını aramayı bırakalı uzun zaman oldu, boşuna demiyorum karıncalarım benim tesellim diye.
Maaşın arttığı yok hatta eksildiği vardı bildiğiniz üzre, bir de bunlara ek olarak yeni bir iş daha almıştım.Tabii layıkıyla yaptığımı gören kodamanlarım bana yepyeni bir iş daha sunmaya karar vermişler.Yalnız fark şu, kendileri de işin ne olduğunudan ve nasıl teslim alınacağından bi haberler..
Demem o ki, programcı geldi bilgisayara gerekli programı kurdu, telefonum dış aramaya açıldı bir iş var size vereceğiz denildi ama evrakları teslim alamıyorum:))
Gelip gelip iş acele diyorlar ama evraklar ortada yok.X'e gidin verir diyorlar, X: o evraklar Y'de diyor.Y:Z ile konuşmadan teslim edemem diyor.Z: henüz ortada yok...
Zaten bu işi yapabilecek vaktim ve ortamım da yok,dün dayanamadım ağzımdan dökülüverdi kelimeler, ben karıncalar yanımdayken bu kadar işi konsantre olarak nasıl yapacağım?
Egosantrik dedi ki ee tabii sabah saatleri olur ya da başka zaman olur, ama acele!
Biliyorsunuz dedim, haftaya benim organizasyonum var, ev sahibiyim tüm yük omuzlarımda, böylesi yoğun bir haftada bu kadar dikkat gerektiren bir işi nasıl yaparım?
Yanıt yok...
Yani bu sabah oldu, iş hala bana doğru dürüst anlatılmış değil..
Evraklar herkese dağılmış adam bana diyor ki siz takip edin toparlayın, ben tüm kurumda gezip herkesin evrağını toparlayacak vakte sahip olsam, sabahın 7'sinde yaptığım makyajı akşamın 6'sına kadar bırakmaz arada tazelerdim!
Uzun lafın kısası, hayat hep bize "gaf" yapıyor, tam kendinizi iyi ve önemli hissederken aslında resimdeki fare gibi olduğunuzu söylüyor, minik bir "oyuncak".
Merak ediyorum her ülkede yaşam koşulları böyle midir diye, neden yönetici vasıfları olanlar yönetici olmaz, en işi bilmezler başta olur diye.Bana fırsat verseler -ki biraz görmeye başladılar- işleri programlı yapmanın ne demek olduğunu ve insanları yönetmenin güleryüzle de mümkün olabileceğini göstersem, şu komik maaşım yükselse, insan konumuna girsem...
4 yıl üniversite okuyup lisan bilip üniversiteyi dereceyle bitirmem bir işe yarasa...
Şu güneş artık bulutların arasında çıksa:))
Hava aydınlansa, ısınsa...
Ama olumsuz gitmiyor elbette hayat!
Bir önceki yazımın yankılarını merak ediyorsanız "özür dilenmedi".O olmamış gibi, kalındığı yerden devam etti her şey..Bence askere gitmek onu olgunlaştıracak, beni görememek kıymetimi anlamasına yardım edecek, zor şart ve koşullar hayatta istenilen her şeye "çalışarak" sahip olunacağı gerçeğini gösterecek.
Ben bekleyeceğim, sevgim içimde, kalbimde, özleyeceğim onu da biliyorum.
Yazın tüm coşkusunu sonuna kadar da yaşayacağım, tüm kış çektiğim sıkıntının, bunalımların, zorlukların, hastalıkların ardından hak ettiğim tatili yapacağım.Allah sağlık versin her şey olur...
Son günler bunlar ve dengesizlik, hiperaktiflik, agresiflik karışımı bir şeyler yaşıyor..Dün bunu fark ettim ve üzüldüm..
Kolay değil elbet, ama bir ev geçindirecek bir adamın da sorumluluk duygusunun da gelişmesi lazım..
Biliyorum bugüne kadar her şeyde olduğu gibi, gidip geldikten sonra iyi ki gitmişim diyecek, ama gidene kadar bana yaptıları ve üzüldüğümle kalacağım..O sahneleri geri alıp "geri dönüşüm kutusuna gönder"butonuna basamayacağız.Acı olan her şey geri dönüştürülebilseydi keşke...
Neyse bunları bir kenara bırakalım,dün iş çıkışı çarşıya giidp yaza hazırlık olarak kendime bir fotoğraf makinesi aldım!Yarı profesyonel bir makina, iyi bir indirime girmişti dijital olması harika bir şey-zira benim ilk dijital makinam!
Canon marka oluğudunu söylemek reklama girer mi:))
Şimdi çekim teknikleriyle ilgili bilgi sahibi olmak istiyorum çünkü diyafram ve bazı ayarları manuel yapabilme özelliği varmış, hele makro çekim moduna bayıldım,deneme için saatimi kolumdan çıkardım şöyle renkli fonda bir yakın çekim yaptım, gerçekten sonuçtan çok memnun kaldım.Bu fotoğraf hobisinin de beni çok mutlu edeceğini ve kendimi geliştirdikçe güvenimin artacağını düşünüyorum.
Şimdilk bu kadar cephemden başka bir şey yok...
Bu arada Ayça'cım artık makinem var, nihayet mimi gerçekleştirebileceğim!
Hep iyi günlerde, iyi olayların, mutlulukların ve güzel zamanların fotoğrafını çekmek dileğiyle...
23 Mart 2009 Pazartesi
"Karıncalarım da olmasa..."
18 Mart 2009 Çarşamba
"Afiyet olsun"
Bu arada sayfamın şekilli arka planı kayboldu, yüklüyorum ama çıkmıyor gördüm ki bir çok kişide durum aynı, bilgisi olan var mı?Bahar arkaplanımı geri istiyorum ben...
"mutluluk mimi"
- Sağlıklı olmak,
- Sevdiklerimle birlikte olmak,
- Sevmek,sevilmek ve düşünülmek,
- Sabah uyandığımda saatin 7:30 olduğunu sanıp aslında 6:30 olduğunu fark etmek,
- Kalabalık bir yemek masasında sohbet eşiliğinde keyifle yemek yemek,
- Güleryüzlü insanlarla selamlaşmak,
- Telefonumu açtığımda sevgilimden "günaydın..."mesajı almak,
- Sahilde yürüyüş yaparken tatlı pisiciğin gelip ayaklarıma sürtünmesi,
- Süpriz yapmak,
- Özenle giyinip bir yerlere gitmek,
- Lazanya yemek,
- Yürüyüş yaparken parktaki köpüşleri sevmek,
- Yeni bir tiyatro oyunu izlemek,
- Sürükleyici bir kitap okumak,
- Karıncalarımın bana sarılıp "seni seviyorum" demesi,
- Yağmurun ardından açan güneşte kısa bir yürüyüş,
- Sahildeki salıncaklarda sallanmak,
- Bir dilim kestaneli çikolatalı pasta yemek,
- Dua etmek,
- Yazın çimenlerin üzerine yayılıp kollarımı ve bacaklarımı açarak güneşin dalgaların sesinden başka hiç bir şey düşünmemek,
- Bir dilim ekmeğe fıstık ezmesi sürüp üstüne de reçelle tatlandırmak,
- Canlı müzik dinlemek,
- Yorucu bir günün ardından ayaklarımı uzatıp bir fincan sıcak çay içmek,
- Dürüst olduğuna inandığım kişilerden iltifat almak,
- Şükretmek,
- Çabalarımın karşılığını aldığımı görmek,
- Seyahat etmek,
- Müzik dinlemek ve müziği yaşamak,
- Bilmediğim sokaklarda kaybolurken oynayan çocuklarla karşılaşmak ve köşedeki pisileri sevmek,
- Aç olan birilerinin karnını doyurmak,
- Fotoğraf çekmek,
- Doğanın içinde derin bir nefes almak,
- İnsanlara yardım etmek,
- Masanın başında toplanıp kutu oyunları oynamak,
- Arabada giderken bağıra çağıra şarkı söylemek,
- Sevdiğim dergileri okumak,
- Karıncalarımla oyun oynamak, onlara kitap okumak, sene sonunda sahnedeki gösterilerini izleyip mutluluktan ağlamak,
- Eski arkadaşlarla toplanıp çocukluk günlerimizden bahsetmek,
- Aklıma gelen yada gelmeyen yüzlercesi daha var...
- ...Ve en önemlisi "tüm bunları yaparken sevdiklerimle olmak ve mutluluğumu onlarla paylaşmak" Yoksa hiç bir anlamı yok tüm bu yaşananların.
16 Mart 2009 Pazartesi
"aklım fikrim.."
Son derece derinlerdeydim en son yazımı yazdığımda, moralim bozuk umudum yoktu. Yorumlarınıza çok teşekkür ederim, ben sanıldığı gibi kendine güvensiz biri değilim ama, kendime güveniyorum,güvensizliğim hayata ve bazı insanlara karşı...Her şeye rağmen gülümseyen hep "ben" oldum, ama sabır taşı olsa çatlardı benim yaşadıklarımı yaşasa, o yüzden bunalım yüklü, ağlak, sevimsiz bir insan canlanmasın gözünüzün önünde "Ful" diyince.
Her şeye rağmen ayakta duran biri gelsin, gülümseyen, inanan ve isteyen. Herbirimiz "yeter artık" konumuna geliriz, isyan ederiz, dibe vururuz.Yeter ki dile getirelim, paylaştıkça azaltalım ve kısa süreli olsun:)
Perşembe günü babam rahatsızlanmış, acilen hastaneye götürmüşler, kalp tetkiklerinin ardından "anjiyo"demişler.Onun sıkıntısı vardı üzerimde, haftasonunu hem yoğun işlerle hem de yoğun düşüncelerle geçirdim.
Bu sabah da anjiyosu vardı.Aklım onda, çıkacak sonuçta, bugün yarım gün izin aldım hastaneden işe geldim, akşam iş çıkışı yine hastaneye gideceğim. Ama sonucumuz "iyi" çıktı şükürler olsun ki...Sedyede ameliyathaneden çıkarken eliyle "iyi" işaretini yapmasıyla annem de ben de sulu göz oluverdik...
Bunun yanısıra bir de cumartesi malum "ailelerin tanışma telaşı" vardı.
Hani daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, sevgilim askere gitmeden önce ailesi bize gelecekti.
Heyecanlıydım, ne kadar da olsa 2 ailenin buluşması, kaynaşması, sohbet etmesi ve birbirlerine kısa zamanda ısınmaları "acaba" nasıl olur diye içimden geçiyordu.
Günler öncesinden annem hazırlıklara başladı, şahane çay sofrasının menüsünü hazırladı, bir kuş sütü eksik masamıza emek verdi. Çay bardakları, fincanlar özenle seçildi, salondaki kristaller ve gümüşler parlatıldı, en güzel yemek takımları dolaptan çıktı, bir özen bir özen sormayın.Annem çok beceriklidir benim, çok da harika yemek yapar, bunu cümle alem bilir. "Maşallah maşallah" Hazırlıklarımız tam, güzelce giyindik, süslendik beklemeye başladık. Derken geldilerrr! Onlar aşağıdan yukarı çıkana kadar beni sebepli bir telaş aldı, acaba anlaşabilecekler mi, her şey yolunda gidecek mi diye.
Sevgilimi gördüm, elinde benim en sevdiğim çiçeklerden derlenmiş, devasal, harika, hatta harikanın da ötesinde beni hayran bırakan cıvıl cıvıl bir buket çiçekle...
Derken babasının elinden pastalarını sevdiğim bir otelin pastanesinden içinde en sevdiğim pasta çeşidi olan kestaneli pastayı taşıyan kutuyu aldım gülümseyerek...
Güleryüz,içtenlik ve yüksek doz misafirperverlik ile ağırladık onları.
Nefis yemeklere hayran kaldılar, son derece uyumlu olduklarını gördüm. Yemek sırasında çok güzel sohbet ettik, sohbete herkes katıldı, arada hiç "sessizlik" olmadı, bol konuşma, kahkaha ve olumlu hava vardı.Sevgilim pür dikkat babamla babasının sohbetini dinleyip onlara katılırken, annem ve annesi anneannesinin anlattıkları üzerine konuşuyordu. Büyüklerin arasında sıkılan kardeşinin üzüntüsü dizüstü bilgisayarım koltuğumun altında, salona girmemle son buldu:)
Uzun lafın kısası her şey çok güzeldi, aileler tahminimden de iyi anlaştı.
Askerden sonra, krizin daha azalacağını umarak işlerini yoluna koymasıyla hayatımızın akışını belirleyeceğimizi konuştuk.
aman önce o sağsalim askerliğini yapıp gelsin, ona kocaman sarılayım da....onu nasıl yollayacağım şu ara bütün düşüncelerimde bu var.
Yazmam gereken başka şeylerde var aslında ama onları da haftaya pazartesi yazacağım, aklımda fikrimde güzellikler var, ve bitirmem gereken işler...
13 Mart 2009 Cuma
"Bir şeyler oluyor işte..."
Bir şeyler olup bitiyor etrafımda, görüntü sürekli akıyor.
İnsanlar, olaylar, renkler, şekiller, durumlar...
Her şey değişiyor, gelişiyor, karmaşıklaşıyor,düğümleniyor, çözümleniyor, kısacası her şey yaşanıyor; ben ise yerimdeyim, kıpırdıyamıyorum.
Değişemiyorum, bazı şeyler yapışmış üzerime, bazı renkler bütünleşmiş tenimle çıkarıp atamıyorum.
Rutinim, kurtulamıyorum, rutinden kaçmak için planlar yapıyorum hiç biri olmuyoır, sanki bir büyü gibi, sanki bir lanet gibi..durağanlık, sıkıcılık, hastalıklar,sorunlar üzerime yapışmış bırakmıyor yakamı.Sorunlarla uğraşmaktan yıldım, giderek gücümün tükendiğini,sabrımın zorlandığını, gülüşümün kaybolduğunu, ruhumun yaşlandığını, hayallerimin küflendiğini hissediyorum.Önümdeki kolay hayat gözlemlerimi yeniden ve yeniden gördükçe sorguluyorum "neden ben" diye...
Hep zorlu parkurlardan sıkıldım artık, mücadeleden, oynamaktan, bıktım, tükendim.
Madalyalarım olmasın, herkes bana aferin demesin, ama daha sakin olayım, daha iyi ve daha mutlu!
Gülümsemeyi hatırlamak , her şey kötü olacakken tam kıyısından sıyırmak, yeniden kahkahalarla umursamadan devam etmek istiyorum.
Geldikçe üst üste gelir, herkesin sorunları biter, benimkiler bitmez, dallanır budaklanır, sıkıntı getirir,kronikleşir...
Nedir peki çözümüm, çizgim, yolum, hayatım?
Bazen tüm bunları elimin tersiyle itip kaçmak istiyorum, hem de koşarak kaçmak!
Nereye gittiğimi bilmeden koşmak, beni nelerin beklediğini bilmeden savrulmak.
İnsan kendi kaderini çizebilir mi? Yoksa bunlar da o yüksek tirajlı palavralardan mı ibaret?
Yaklaşabilir miyim?
Erişebilir miyim?
İstediğimde başarabilir miyim?
Sanırım çok yoruldum ben, bitmek tükenmek bilmeyen bu kıştan, kasvetten, yağmurdan, sert rüzgardan...
Biraz umut olsun artık önümde, bahar gelsin içime...
Yaklaşmak için gülümsemek için sebepler sunsun bana hayat, her seferinde omuzlarımı indirmesin, yüzümü dökmesin...
Mücadeleme karşılık biraz olsun iyi yüzünü göstersin bana artık, güzel yüzünü,samimiyetini...
10 Mart 2009 Salı
"Darwin'e sansürü nasıl değerlendiriyorsunuz?"
TÜBİTAK’ın ünlü popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik çalışanları, Darwin’in 200. doğum günü ve Türlerin Kökeni adlı efsanevi eserinin 150. yayınlanış yıldönümü sebebiyle mart sayısında Darwin ve Evrim özel dosyası hazırladı. Uluslararası Biyolojik Bilimler Birliği (IUBS) ve UNESCO’nun tüm dünyada ilan ettiği Darwin yılı kapsamındaki bu jest, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı ve Bilim Teknik Dergisi Yayın Kurulu üyesi Ömer Cebeci’ye takıldı.
"Hoşgörü ve güven"
5 Mart 2009 Perşembe
"Yine grip salgını..."
"Eski fotoğraflar"
Bence durumumuza gayet uygun:)
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı
Elbet var demiş büyükler
Sulanmış akşam üstü bahçelerinde
Dostluk kokan kahveler içmişler
Arıyorum nerde o bahçeler
Dostluk dumanıyla tütsülü geceler
Kaybetmeyin o fotoğrafları
Kaybolan dünümün son yadigarları
Yok artık her gün son seferde geçerken
Tüm yalıları selamlayan kaptan
Ya da ince bir tebessümle balıkçıdan
Küçücük paketini alan madam
Ah çok mu zor karşıki komşuya
Serin sabahlarda bir günaydın demek
Ah çok mu zor eve dünüşlerde
Yoldan geçenlere iyi akşamlar demek
Karanlıkta kaybolmuşsa eğer zaman
Yoksa aşk için konuşmaya bir an
Utanırsam eğer bir gün ağlamaktan
Düş olup akarım camlardan
Arıyorum nerde o bahçeler
Dostluk dumanıyla tütsülü geceler
Kaybetmeyin o fotoğrafları
Kaybolan dünümün son yadigarları
"insanı insan yapan.....?"
Günaydın herkese! Yine bir kaç gündür ortalarda yoktum, şimdi iş yoğunluğu yüzünden iki satır yazamadım diye bahane bulmamak için bir yandan kahvaltı ederken bir yandan adaçayımı yudumluyor bir yandan da yazmaya çalışıyorum...
Sabah servis hostesi gelmeden 2-3 dakika önce telefonumu çaldırıyor ben de aşağı iniyorum.Bugün tam 15 dakika erken çaldırdı.Apar topar makyaj bile yapmadan fırladım.Üstümde jilem ayağımda mor mus çorabım ve babetlerim, hani hava ısınacaktı bugün! İnanıp da incecik giyindim, meğerse aşağı indiğimde anladım, aslında "buz" gibiymiş...Bekledim, bekledim gelen servis yok 5 dakika oldu aradım 2 dakikaya geliyoruz dedi, yok..12 dakika oldu, soğuktan bacaklarımı hissetmemeye başladım.Apartmana gireyim dedim, geri gittim, bu aradabir rimel sürdüm:) Derken yukarı bi çıksam da çizme mi giyinsem dedim, kapıyı açan annem, sen içeri girdin servis geldi 5 dakikadır seni bekliyor dedi.Ne gün ama ben varım servis yok, servis var ben yokum.Koştur koştur gittim, şöför zaten muhattab dahi alınmayacak cahillikte biri, hostese derdimi anlatmaya çalıştım ama dinlerken gözlerimin bile içine bakmadı, daha doğrusu dinlerken demeyim çünkü dinlemedi.
(Bu arada soğuktan oldu sanırım sağ bacağım ağrıyor, ya soğuktan ya da koştururken oldu heralde of off...)
İşin özü işe geldim, odamın anahtarını dün başka bir ofiise bırakmıştım, onu almak için içeri girdim ve her zamanki gibi "günaydın" dedim.
Ofiste 3 kişi vardı ben hariç.Harıl harıl konuşuyorlar bir kişi de dönüp günaydın demedi.
Bu defalarca tekrarlanan bir şey ve ben ısrarla günaydın demekten vazgeçmiyorum.Çünkü ben sabahları telefonumu da günaydın diye açarım, olması gereken budur.İnsanlık, görgü kuralları, hayatı kolaylaştıran küçük mutluluklardır bunlar!İnsanı insan yapan, bizi diğer canlılardan ayıran belirgin özellklerin başında konuşarak iletişim kurabilmek, hoşgörü, nezaket, güleryüz gelir! Bunları yaptığımda bir çok işimin çok daha kolay çözümlendiğini, hayatımın daha parlak olduğunu, kendimi daha iyi hissettiğimi gördüm. Mesela Kızılay'a gitmiştim işe girmeden önce sağlık raporu istemişlerdi, bilirsiniz "genelde" memurları gayet ve gayet suratsız, ilgisizdir.Sizi görmezden gelirler...Benim de işimi halledecek memur kadın aynen böyleydi, ben karşısındayım ama görmüyor, telefonla konuşuyor özel belli ki -iş değil, bir elinde ahize, diğerinde kaşe,5 dakika arayla aheste aheste içime fenalıklar getirerek kaşeyi kağıda basıyor.Bu hızla giderse gece yarısına 2 dakika kala işim hallolur ya da öbür güne kalır dedim içimden. Kadın bir kez bana baktı o sırada her zamanki gibi gülenyüzümü gördü, sonra 2.bakışında da "işiniz zor" diye sohbet açmaya çalıştığımı.Bir de baktım kadın bana gülümsedi, beni anlayan biri çıktı dedi, burada yalnız ve sıkılmış olduğunu ima etti ve sohbet ederek,havadan sudan işten güçten benim işlemim 2 dakikada bitti...
Ben biriyle sohbet etmiş oldum, o da bundan hoşnut işini yaptı böylece ikimizde bir şey kaybetmedik aksine kazandık! Oysa ben de suratsız, asabi ve tahammülsüz olsaydım bu anektod böyle mi biterdi?
Günaydın ile güleryüzü ve hoşsohbeti birbirine eklemek varken kafayı çevirip duymamazlıktan gelmek ne demektir. Odama girenler de aynı şeyi yapıyor, önce bir günaydın de hatır sor, karıncalarımın çoğu da böyle, günaydını ben diyince ağır ağır günaydııııınnnn fullll":) diye tekrarlıyorlar.Oysa bunu onlara benim hatırlatmamam gerek...
Gülümseyin, günaydın deyin, sohbet edin, arakadaş ve dost edinin, iyilik yapın, yardımsever olun, sevin, sevilin, aşık olun, aşkınızı doyasıya yaşayın, hoşgörülü olun, her şeyi tadını alarak yapın şu hayatta...
Yoksa o asık suratlı, robotlaşmış, gözünün feri kaçmış insanlar ordusunun askerleri olacaksınız...
İyilik ve güleryüz bize hayatın sunduğu en güzel nimetler, sakın unutmayın,
Herkese kocaman bir "GÜNAYDIN!" :)))
EMEĞE SAYGI
neler yazmışım neler...
- Şubat 2015 (1)
- Aralık 2013 (1)
- Ağustos 2013 (1)
- Aralık 2012 (1)
- Şubat 2012 (2)
- Ocak 2012 (2)
- Kasım 2011 (2)
- Ekim 2011 (8)
- Eylül 2011 (6)
- Ağustos 2011 (6)
- Temmuz 2011 (8)
- Haziran 2011 (10)
- Mayıs 2011 (20)
- Nisan 2011 (13)
- Mart 2011 (5)
- Şubat 2011 (7)
- Ocak 2011 (12)
- Aralık 2010 (16)
- Kasım 2010 (9)
- Ekim 2010 (3)
- Eylül 2010 (6)
- Ağustos 2010 (10)
- Temmuz 2010 (2)
- Haziran 2010 (9)
- Mayıs 2010 (7)
- Nisan 2010 (7)
- Mart 2010 (13)
- Şubat 2010 (11)
- Ocak 2010 (4)
- Aralık 2009 (2)
- Kasım 2009 (5)
- Ekim 2009 (2)
- Eylül 2009 (4)
- Ağustos 2009 (8)
- Temmuz 2009 (2)
- Haziran 2009 (9)
- Mayıs 2009 (15)
- Nisan 2009 (19)
- Mart 2009 (18)
- Şubat 2009 (14)
- Ocak 2009 (23)
- Aralık 2008 (18)