Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

30 Mart 2010 Salı

"Yaşamak zamanı"




Yemek de boş, içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.

Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.

Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.

Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.

Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.

Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon’da Hasan Ağabey’ in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.

Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.

Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.

Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.

Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.

Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.

Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.

Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.

Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.

Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI


Can Yücel

29 Mart 2010 Pazartesi

"Aşk kontrol edilebilir mi?"

Aşk ilişkilerinde karşılıklı bir alışma evresi vardır, her iki taraf birbirini tanır, tartar, öğrenir.
Bazılarında çabucak olur tanıma evresi-geçmişte yaşadıklarım gibi-kişi kaptırır kendini, söylenecek her şeyi en başından söyler, tüm güzel sözleri tüketir, takılmış plak gibi eskilerine döner durur, içini açar, kendini hemen tanıtır, o aşk sarhoşluğuyla kendini unutur, böyle olunca iki taraf da heyecanı yitirir, güzelim ilişkiyi çabucak tüketir.
Bazılarında ise daha geç olur bu durum-ki bu da benim hep istediğim ama başaramadığım ilişki biçimidir- kişi adım adım çıkar merdivenleri, yavaş yavaş tanıtır kendini, her görüşünde bir başka yönünü fark eder karşısındakinin, zaman geçtikçe daha da tanımaya başlayarak davranışlarını önceden sezmeye başlar, sözler minik minik çıkar ağızdan, seni seviyorum'ların büyüsü bozulmadan tam da vaktinde söylenir, her şey tam da zamanında yaşanır, akışına bırakarak düşünmeden, planlamadan gelişir her şey. Kişi mutludur,heyecanlıdır ama kontrollüdür, aşk ne kadar kontrolsüzlük de olsa..
Ben bugüne kadar hep ilk anlatılan gruptan oldum, çocukluğum, sevgim,niçtenliğim, aceleciliğim ağır bastı. Oysa önceden fark etmeliydim ki insan aşık olunca kör ve savunmasız olur, fazla bir şey algılayamaz, gerçekleri fark etse bile hasır altı eder,işte bu yüzden bu tehlikeli suda yüzerken kontrolünü elinde tutman gerekir...
Gelgelelim artık akıllandım, kimbilir bugüne kadar bu konuyla ilgili kaç yazı yazdım...
Eskisi gibi değilim artık, elimde telefon sürekli mesaj çekmiyorum, her dakika aramıyorum, aranmıyorum.
Sanırım 30 yaşına gelmeden, olgunluğu çöktü üzerime, hala deli dolu ve çocuksuyum ama geçmiş tecrübelerimden aldığım dersler sonucunda, kendimi teslim etmeden,sakin ve ayaklarımı yere sağlam basarak ilerliyorum.
Aslında tam da istediğim gibi ilerliyor, bazen keşke biraz daha arasa beni diyorum ama biliyorum ki çok yoğun çalışıyor, sonra diyorum ki bu kadar başlangıçtan alışkanlığa dönüşmemek, fazla şeffaflaşmamak en iyisi...
Mesela her sabah günaydın mesajına alışırsam,olmadığında kendimi mutsuz hissediyorum ben..günde 10 kez konuşan bir çiftten farklı olalım istiyorum, çabuk tüketmeyelim istiyorum.
İşlerimiz, sosyal hayatımız, arkadaşlarımız hayatımızın hala bir kısmında duruyor, buna karşın ikimiz de birlikte yürüyoruz,bu da ayrı bi güzel...
Artık gözlerinin önüne çekilen aşk perdesini biraz aralayarak bakıyorum etrafa, midemdeki kelebekleri seviyorum ama esiri olup yemeden içmeden kesilmiyorum ve kanatlarımı takıp uçuyorum özgürce, ama sonra yeniden yere iniyorum,
Hayatın merkezine başkalarını değil kendimi koyuyorum,karşımdakini ne kadar seversem seveyim zamanı geldiğinde "hayır" demesini biliyorum...
Kimbilir belki de yeniden üzülmekten korkuyorum, alışıp da kaybetmekten,
Sahip çıkmak ve özenle işlemek, çok üzerinde durmamak, akışına bırakıp sürüklenmek istiyorum,
Güvenmek,
Çoktan unuttuğum bu duyguyu yeniden kazanmak,
Gözlerimi kapatmak ve arkamda beni tutacağını bilerek kendimi geriye doğru bırakmak ,
Unuttuğum her güzel şeyi yeniden hatırlayarak başlamak istiyorum hayatıma,
Ne de olsa güneş her gün yeniden doğuyor ve her yeni gün aslında yaşamımızın ilk gününü yaşıyoruz,
Yeniden ve yeniden...

26 Mart 2010 Cuma

"bir sır vereyim mi?"




Bu sefer yazıma bir illustrasyon değil,bir fotoğraf eşlik edecek..
Fotoğraftaki malum Nil Karaibrahimgil ve bir Mehmet Turgut çalışması.
Bu çılgın kızı hem bana benzettikleri için hem de fotoğraf içimi ısıttığı için sayfada yer alsın istedim.
Bahar , tazelik ve aşk mevsimi ne de olsa...
Bu arada buna ne diyeceksiniz bilemiyorum ama size bir sır vereyim mi?
Kimseye söylemeyeceksiniz ama anlaştık mı?
Ne olur nasıl olur bilemem, başını,sonunu göremem belki...ama...bunları düşünmek istemiyorum şimdilik.
içim aydınlık yine, her bahar olduğu gibi.
toz pembe tüm manzaralar,
şiire dönüşüyor kalbimde tüm düz yazılar...
birden coşup ardından ağlayabiliyorum nedensizce.
Ne oldu diye sormayın işte,
Evet evet doğru tahmin ettiniz.
Dengelerim değişti yine, oradan oraya savrulur buldum kendimi,
Yine aşık oldu bu Ful,
Gözü görmez başka bir şeyi...
aşk..aşk..aşk..
Dünyanın merkezi.

25 Mart 2010 Perşembe

"Yapılan her şey affedilebilir mi?"



(Bu yazının şarkısı Comptine d'un Autre Été olmalı,Amélie filminin soundtrack albümünden Yann Tiersen imzasıyla.
Mutlaka bu şarkı eşiliğinde yazıyı okuyun derim... )

30.12.2008 tarihli "Affetmek" yazımdan,

"""

Geçmişte ve şimdiki zamanda beni üzen, kıran ve gelecekte de üzecekler için bir karar alsam mı bugün?Affetmeli miyim affetmemeli mi?
Affetmek ruhumuzu büyük bir külfetten kurtaracaktır orası kesin, ancak herkes ve her şey affedilebilir mi?
Bu konuyla ilgili bilindik ama bir kere daha okunabilecek kısa bir yazı geçti elime;

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der öğretmen.

"Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin"

Öğrenciler bunu da yaparlar.

"Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!" Öğrenciler , bu işten pek bir şey anlamamışlardır.

Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.

" Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar."

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."

"Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?"

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.

Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.

Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

"""
Yazımı yeniden okuduğumda şunu düşündüm, peki yapılan her şey affedilebilir mi?
Çoğunuzun hayır, daha neler artık dediğini duyar gibiyim.
Aldatılan, kandırılan, kırılan, ağlayan, üzülen hatta çok daha büyük sonuçlarla başa çıkmak zorunda bırakılan bizler, bu yaşadıklarımızın mimarı olanları neden affetmeliyiz ki?

Yanıt çok basit: Tabii ki kendimiz için...Kendi mutluluğumuz ve iç huzurumuz için, sürekli eskiye dönüp kin ve nefretle kötü sözler söyleyip kendimizi daha fazla yıpratmamak için,hırsımızı dinlendirmek için...

Yaşanılanların ardından unutmak kadar affetmek çok zor da olsa,eğer gerçekten istenirse her olay ve her kişi insanın içinde affedilebilir.
Affetmek o insanı alıp bağrınıza basmak demek değildir, onu bir kez daha görmek zorunda kalmak demek de dedildir, sadece içinizde, zihninizde onu affederek o durumla gerçekten hem ruhen hem de bedenen vedalaşmak ve kendinizi özgür kılıp kapanan eski kapıların ardından yeni kapılar açmaktır.

Unutmayın, biz eski kapılarımızı kapatmadığımız, aralık bıraktığımız sürece hayat bize yeni kapıları açmaz.

Şimdi bugün, şu an bir karar verin.
Nicedir sizi üzen,kıran, yoran ne varsa, ardında kim varsa onları affedin, özgür bırakın,
Sonsuzluğa doğru bir yolculuğa çıksınlar,
Sizin içinizde daha fazla yaşayıp sizden beslenmesinler artık,
Onlarla ve bıraktığı duygularla vedalaşın,
Derin bir nefes alın,
İçiniz ferahlasın, hafifleyin.
Zor değil,
Bugün herkesi affedin...

22 Mart 2010 Pazartesi

"sıkıntı"


Herkesin içi geçmiş, kurumuşlar, pul pul dökülüyorlar.
Bugüne kadar çalıştığım işyerleri içinde en zor, en soğuk, en hayatından bezmiş insanlar…
Sokağın sonundaki bakkala gitmeye üşeniyorlar, bezgin, lezzetsiz bir tarzları var.
Katlanamıyorum bu duruma, hepsinin birden burada oluşuna.
Üstelik artık bazen pazar,bazen cumartesi etkinliklerim yüzünden bu sıkıcı yere gelmek zorunda olmaktan da hoşnut değilim.
Nasıl olur da hepsi bir araya gelir diye düşünüyorum.
Kendimi gerçekten çok yalnız hissediyorum burada, aslında beyaz duran ama bana gri görünen bu kasvetli binada.
İki laf edebileceğim, oturup bi kahve içebileceğim birkaç kişi var,onlar da keyifleri isterse katılıyorlar bana…
Tamam çok iş yükümüz var, hepimiz zor şartlarda çalışıyoruz, joker muamelesi görüyoruz, yeri geldiğinde üniversite mezunu olmama rağmen vasıfsız adam yerine konulup saçma sapan işleri buyur ediyorum, hiç birimiz şartlardan memnun değiliz ama bu durum 10 dakika mola vererek bir kahve kokusunu içimize çekmeyi engellememeli.
Ne diye kendilerini bu kadar harap ediyorlar anlamıyorum, zorla kollarından tutup dışarı hava almaya götüremem ya!
Masamda sadece işler ve biraz da müziğim var.
Depeche mode çalıyor fonda, blog dünyasına bakınıyorum,çilekli gofretim yanı başımda,
Bazen pencereden güneşe bakıyorum gözlerimi kapatıp, havayı içime çekiyorum uzun uzun,
Ama hepsi bu işte…Tüm molam… insansız geçen saatlerden ibaretim.
İsmen ve cismen var olan ama ruhen var olmayan insanlarla birlikteyim.
Aptal, negatif enerji yüklü ve hayattan zevk almasını zerre kadar bilmeyen bir topluluğun içinde sıkıştım ve yalnızım.
Daha fazla olumsuz cümle bulamıyorum bu bezginliği anlatmaya,
Keşkeleri sevmem ama şöyle can bir arkadaş olsaydı burada,
O zaman iş yükü daha katlanılabilir olurdu, eğlenceli de olurdu,
Birileri işte..hayatın tadını çıkarmayı bilen, küçük mutluluklara tapan birileri..
Hiç de fena olmazdı hani.

"Teşekkür"



"Sevgili Haykırış ,
Kişisel blog ödüllerine beni de layık görmüş,
Çok mutlu oldum ve bu mutluluğumu sizlerle de paylaşmak istedim..."

"uyan"


Belki çocukluktan kalan küçücük bir hikayenin ardından gitmek içindir uykular,
Belki yaşanmamış yaşanacak, onca hayal peşinden koşmak içindir bütün masallar.

Uyan uykundan, çok uyursan herşey geçer yaşanmadan
Uyan güzel uykundan, ne kadar tatlıda olsa hayat uykuyla geçmez..
Yaşanacak o kadar çok şey,anlayacak anlatacak çok hikaye var aklımda,
Ama sen uyursan kime anlatırım?
Sen gözlerin kapalı kalırsan kime ?
Çok uyursan, gözlerin mahmur kalır, güneş ısıtmaz kirpiklerini

Uyan uykundan güzel kız,
içi güzel, yüzü güzel, canı çok şeker...


Bu satırlar- Jehan Barbur'un "uyan" adlı şarkısına aittir.

19 Mart 2010 Cuma

"aşk"


Okuyalı epey bir zaman geçti...
Tekrar okumak istediğim ender kitaplardan biri, Elif Şafak "Aşk"...
Ve işte o meşhur 40 kural.

Biraz soyutlayın kendinizi bulunduğunuz ortamdan,
Azıcık rahatlayın,
Ve sakin sakin okuyun,
Anlayın,
İyilikle dolun ya da olumlu bakın demiyorum,
Herkes istediği gibi yaşar hayatını,
Sadece,
Ruhunuz olduğunu hissedin,
Yaşadığınızın farkına varın..


1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !

3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:

Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7. kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. kural: Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Ssenden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16. kural:Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.

17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır

19. kural:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23. kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.

Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…

24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.

Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. kural : Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.

Sufi kusur görmez kusur örter.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !

33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural : Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !

37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.

Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !

Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.

Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..

18 Mart 2010 Perşembe

"minnet"

18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma ve Deniz Zaferi'nin 95'inci Yıldönümü'nde,
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve Kahraman Şehitlerimizi,
Minnetle, Saygıyla ve Rahmetle Anıyoruz.

"İyilik hareketi-kendi çapımda ya da sizlerle..."


Minik bir karınca var, 5 yaşında…
Genellikle sabahları karşılaşıyorum onunla…
Asık suratlı, konuşmayan bir karınca. Her sefer birkaç küçük cümleyle açmaya çalıştım onu, nabzını yokladım ama pek yanıt alamadım,onu sıkmamak ve ürkütmemek adına fazla üstünde durmadım,biraz benimle karşılaşsın, yüzüme ve bana aşina olsun istedim.
Derken bu sabah karşılaştık yine, ikimiz yalnızdık.
Kaçamak bakışlarla beni incelediğini fark ettim ama suratı yine asık.
“Hiç 5 yaşında bir karınca böylesi asık suratlı olur mu, gülümsemeyi öğretmeliyim ona” dedim içimden ve "bu, bugün olmalı..."
"Günaydın" dedim her zaman ki gibi gülümseyerek, baktım ki yanıt yok, ona doğru yaklaştım minimini boyuna doğru eğildim ve ses tonumu biraz da ona yakın tutmaya çalışarak usulca dedim ki "M... günaydın demeyi sevmiyor galiba, ne zaman günaydın desem cevap vermiyor.”
Yine sesi çıkmadı, ama merakla baktığını görebiliyordum.
Devam ettim “Oysa ki sen bilir misin M..., günaydın kelimesi ne anlama geliyor?”
Bu sefer gözlerimin içine bakarak konuştu,ama hiç beklemediğim bir yanıtla karşıladı beni “Annem bana çok vuruyor…”
İçim cız etti, şaşkınlığımı saklamaya çalışarak, belki de o yaşlarda çocukların hayal dünyalarının genişliğini de düşünüp hemen önyargılı bakmamak adına “neden böyle düşünüyorsun …”dedim,
“Çok yaramazlık yapınca vuruyor bana” dedi..
Çaresiz, “sen de daha az yaramazlık yapmaya çalışırsan belki annen de kızamaz sana o zaman” dedim ve konuyu değiştirmek adına ekledim “Sen neden her sabah birbirimize günaydın dediğimizi biliyor musun bakalım?”

Yine konuştu, bu sefer biraz daha rahat çıktı kelimeler ağzından “Yok, bilmiyorum…”
"Biz birbirimize günaydın deriz, çünkü günaydın; günün aydınlık olsun, mutlu olsun, güzel bir gün geçir demektir” dedim ve ekledim “Şimdi ben sana günaydın dedim, senin günün güzel geçecek ama sen bana bir şey söylemedin, şimdi benim de günümün güzel geçmesi için ne yapmamız gerekiyor” dedim.
Kocaman gülümsedi,mini mini pirinç tanesi dişlerini görebildim..
.
“Sen de bana günaydın dersen anlaşırız bence” dedim.
Gülümseyerek biraz da rahat bir tavırla “günaydın” dedi bana,
“Aferin sana ” dedim.."Bundan sonra günaydın kelimesini hep kulacağız dimi dedim,
“Evet” dedi gülümseyerek, biraz daha konuşmak ister gibi bir hali vardı..

Başlangıç için gayet olmulu bularak, devamının geleceğini hissettim.

“Hadi bakalım oyun vakti” deyip onu ders başlayana kadar oyun alanına gönderdim, seke seke gitti…

Sabah asık suratıyla bir köşede oturan bir karıncaydı o, şimdi arkadaşlarıyla oynuyor, olumsuzluklarını belki bir an için belki de uzun bir süreliğine unuttu.

Belki annesi gerçekten ona vuruyor belki de böyle bir durum yok ama yine de onu üzen bir şeyler var. Tüm bunların üstesinden gülümsemeyi öğrenerek gelebileceğini hissetmesi yeterli.
Çocukluğumuz çok önemlidir, iyi ya da kötü ne yaşadıysak o yıllarda içimizde kalır,parçamız haline gelir adeta, kişiliğimize yansır.
Bugün, ben ful yaprakları, bu minik karıncaya yardım ettim.
Onun gülümsemesini sağladım, belki de ileride hep günaydın diyerek insanların gözlerinin içine bakabilmesini öğretmek adına kocaman bir adım attım.
25-30 yaşına geldiğinde; "hiç unutmam insanlara günaydın demesini ve onun anlamını ben daha 5 yaşındayken bir ful yaprağından öğrenmiştim" demesine sebep olamayacağımı kim söyleyebilir?
Sonucu bilemem ama filiz vermesi için toprağa bir tohum ekebilirim,öyle değil mi?

Ne kaybettim bu davranışımla?Hiç bir şey,sadece bir kaç sihirli dakikamı aldı.

Peki ne kazandım? Kocaman bir gülücük, elle tutulamaz ama gözle görülür ve ta içinizde hissedilir...
Bu yazıyı okuyan herkes, lütfen bugün birilerine küçük de olsa bir iyilik yapın,gülümsemelerini sağlayın...

“Amelie” filmini izlediniz mi bilemiyorum ama tıpkı o filmdeki gibi...

Yüreğinizi insanlarla paylaşırsanız ve birilerini mutlu ederseniz, eminim siz de çok mutlu olacaksınız…

Unutmayın ki mutluluk dediğimiz şey uzun süreli bir kavram değil, yalnızca bir yol ve o yol da anları yaşamaktan geçiyor...

Günaydın, günaydın, günaydın...

17 Mart 2010 Çarşamba

"Renkler ve ölüler"


"Gözlerinin içine bakarım insanların, ama artık yürürken ya da konuşurken kimse birbirinin gözlerinin içine bakmıyor, bakamıyor, neden"
------------
Sıradan gelebilecek bir anlatımla yepyeni bir güne uyandım , turuncu çiçekli terliklerimi giydim yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım...
Kırmızı saçlarımı topuz yaptım, çivit mavisi kazağımı giydim, mürdüm moru rujumu sürdüm dudağıma, biraz da mavi kalem gözlerime...
Koşturdum evin içinde, geç kaldım dedim alışkanlıkla, aslında kalmadığımı bilerek.
Mavi arabaya bindim, aç karnına pasif sigara içiciliğiyle başladım güne, ama yine de içimden gelen bir günaydınla ve kısa bir sohbetle devam ettirdim.
İşe geldim, onlarca insan gelip geçti yanımdan, kimi içten bir günaydın savurdu, kimi suratsızca görmezden geldi.
"Gözlerinin içine bakarım insanların, ama artık yürürken ya da konuşurken kimse birbirinin gözlerinin içine bakmıyor, bakamıyor, neden"diye sordum kendime, boşverdim.artık insanlarla ilgili her şeyi boşverdiğim gibi bunu da yuttum.
Odama geldim, ısıtıcıları açtım, gidip sıcak bir çay aldım, arkadaşlarla kırmızı saçlarımın bu sefer sanki daha da mı canlı kırmızı olduğuna dair kısa bir konuşma yaptık, ben değişikliği ne kadar sevdiğimi anlattım,geçen ay yaptırdığım pembe ve turuncu saç tutamlarımı onlar sevmediğini kibarca dile getirse de,o canlı tutamlarımı savundum, klasik kadın sohbetlerine kulak misafiri oldum, çocuklar, eşler, hastalıklar,bitmeyen işler...
"Herkesin nasıl koşuşturduğunu ve hala birbirlerinin gözlerinin içine bakmadıklarını" düşünmeme engel olamadım,yine boşverdim, odama geldim.
Jehan Barbur'un "uyan" albümünü açtım, ses tonuma ne kadar da denk bir sesi olduğunu düşündüm, ben neden buradayım, belki bir şarkı söyleyerek deniz kıyısında yürüyüş yapıyor olabilirdim dedim, "şarkı söylerken ne kadar mutlu olduğumu düşündüm, "buradayken mutlu muyum"dedim, cevap kuşkusuz, bıkkın bir "hayır" oldu, boşverdim, uyan albümüne adını veren şarkıyı gülümseyerek söylemeye başladım, insanların duyabileceğini umursamayarak.
"İnsanların ne düşündüğünü umursamamayı ne kadar da çok sevdiğimi hissedip gülümsedim, herşeye rağmen kendim olabildiğim için ne kadar şanslı olduğumu da biliyordum.."
Kahvaltılık bir şeyler yedim, o anda çayın boğazımdan aşağı inişini hissetmeye çalıştım, nefes aldığımın farkına vardım, pencereden dışarı baktım, arabaların akışını, rüzgarın dalgalandırdığı bayrakları izledim.
Tüm bu koşturmaca içinde yaşayan bir varlık olduğumu, bunu benim hayatım olduğunu, sıradan bir günde olsa bugünün hayatımın bir günü olduğunu düşündüm, bu aptal kaosun içinde ancak detayların farkına vararak mutlu olabileceğimi duyumsadım.
Oysa dün akşamki toplantıda müdürüm onca özenime ve hazırlığıma rağmen küçük bir hata yüzünden "sıfır hatayla çalışacaksınız" diyerek bana Tanrı muamelesi yaptığında,üstüme yıktıkları dev işin altından kalktığımı görerek takdir yerine ikazla yaklaştığında ne kadar kırılmış ama şaşırmamıştım.
Çünkü "onlar", hayattaki hiç bir güzelliği ve hiç bir rengi, hırsları ve kötü niyetleri yüzünden göremeyen gri ,kof insanlardır benim gözümde.
Ben insanların yüzündeki kırmızı ya da mavi ifadeleri seçebiliyorum.
Davranışlardaki samimiyetin pembesini, gözlerdeki iyi niyetin sarısını,
Bir şarkıdaki yeşilin sıcaklığını, aşıktaki yoğun kırmızıyı hissedebiliyorum...
Nefes alıp veriyorum,yaşıyorum,içtenliğimle konuşuyorum ve doğal olarak hata da yapıyorum...
Onlar ise nefes almıyorlar, çoktan ölmüşler,
Gri, pis bir odanın içinde ruhlarının çürüyüşünü hızlandırmak için birbirleriyle yarışıyorlar.
Bana ve benim gibi olanlara bulaştıramadıkları griyi, üstlerine bir ten gibi giydiklerinden hiç bir güzelliğin farkına varamıyorlar,
Oysa bugün hayatımın bir günü, yarını bilemediğimiz hayatımızda kısa ama güzelliğini farketmesi size kalmış bir gün bugün, tıpkı dün gibi.
Bugün,sizin şekil vereceğiniz bir gün,
Boşverip devam edeceğiniz, ya da durup düşüneceğiniz,yorumlarınızla yazıma renk katacağınız,harekete geçeceğiniz bir gün,
"Nasıl görmek istiyorsanız" öyle bir gün,
Benim için "masmavi" bir gün.
Sizin için ne renk?
(Çizim - Usta Turhan Selçuk)

16 Mart 2010 Salı

"Biraz ben, biraz madonna"

Uzun zamandır yoktum ortalarda, ama siz alışıksınız ne de olsa ful bir görünür bir kaybolur...
Merak eden herkese çok teşekkür ediyorum, sevilmek güzel bir duygu =)

Mesajlar almak, "neredesin"leri duymak gerçekten insanı mutlu ediyor...
İşlerimin yoğunluğunda bir oraya bir buraya koşturuyorum.

Üç kişilik işi yapıyorum, yoruluyorum ama yaz tatilimi düşünüp mutlu oluyorum.
Havaların dengesizliği beni ve etrafımdaki herkesi bu aralar hasta etse de, baharın yaklaştığını, adım adım güneşe koştuğumuzu düşünmek beni rahatlatıyor...
Beni yaralayan zat-ı muhteremi anmıyorum artık, öylesi unuttum ki sormayın, aynı yerde yazı yazıyoruz hala (müzik ve kitaplar adına yazdığım bir başka ınternet platformu..) ve ben, o benim eski, öylesine bir arkadaşımmış gibi onun yazdıklarını okuyorum sakince, bazen hala bana bir şeyler söylemeye çalışmasını izliyorum,pişmanlığında kavruluşunu akabinde toparlanışını ama hepsi bu..
Helal olsun sana ful diyorum aferin!
Bu sakinliğimde yeniden rengarenk kelebeklerin beni ziyaret etmesinin bir payı var mıdır, vardır kuşkusuz...ama uzun vadeli, kısa vadeli, iyi ya da kötü hiç bir şey düşünmeden kelebekleri izliyorum sadece...uzaktan izliyorum...

Henüz onlarla pek sıkı arkadaş değilim, hafiften korkar oluyorum, bir adım geri atıp iki adım ileri gidiyorum ama hayallere kapılmadan akışta süzülüyorum.
Uçuşlarını, manevralarını, rengarenk kanat çırpışlarının güzelliğini, beni aydınlatmalarını izliyorum.En son bir kaç gün önce öyle aydınlattılar ki beni, ruhuma minik simler serpildi sanki.
Ama simlere, pırıltılara inat yavaş yavaş çıkıyorum basamakları, kendimi ateşe atmadan önce iki kez düşünüyorum artık...
Öte yandan, kelebeklerin dışında da kitaplarıma,dergilerime iyice gömüldüm, işlerim çok, vaktim, hayatım akıp gidiyor bir şekilde...
İyi bir şeyler okumak, derinlerde dolaşmak isteyenlere iyi bir önerim var.
Size şahane bir klasiği "Kürk Mantolu Madonna"yı tavsiye ediyorum.
Üşenmeyin, en yakın kitapçıdan alın mutlaka, Raif efendinin hayatını okuyun, Sabahattin Ali'nin, lezzetli insan ve durum tasvirlerini tadın...
Tadı damağınızda kalacak, benden söylemesi...

1 Mart 2010 Pazartesi

"Değişim"


artık kısa cümleler kuruyorum,
sevdiklerim, sevmediklerim yanımda,
kabullendim her şeyi olduğu gibi,
yola çıktım yarınlara...
Evet, etrafımdaki insanlardan hoşnut olduğumu söyleyemem,sadece konuşumaktan ibaret varlıkları. Bende mesafe koydum araya.
Baktım ki iş çıkışı beni kahve içmeye çağırma nedenleri facebook'ta fotoğraf yarıştırmak..o zaman hayır diyebiliyorum artık.
Anlam veremediğim her şeye cevabım hayır bundan sonra..kalabalıklar içinde yalnız kalmak böyle olsa gerek...
Evet ben ful yapraklarıyım,benim dış görünüşüm parlak, epey güzel ve gösterişli..
Bunu övünmek için söylemiyorum, siz yazdıklarımı ve beni daha iyi tanıyın yorumlayın diye söylüyorum.
Hal böyle olunca ben içimdeki güzelliğin yüzüme yansıdığını, esas içimin daha parlak olduğunu anlatmaya çabalamaktan yorgun düştüm işte.
Beni "ben" olarak görebilecek arkadaşlar, dostlar istiyorum...
Düşüncelerime değer veren, sadece anlatmayacak aynı zamanda da beni dinleyebilecek dostlar.
Sadece menfaati için bir kaç söz edip bir şeyler isteyip sonrasında sizi gördüğünde suratınıza bakmayan insanlarla dolu etrafım...
Bunlar etrafımı sararken,bir yandan da iş yerimin satılma ihtimali olduğunu haber aldım, hatta belki de satıldı bile...
Üst düzey yöneticimin aniden işi bırakışını duydum, bu satışa karşı çıktığını da...
Neler olacağını bilememenin getirdiği sıkıntıyı da duydum içimde, ama daha iyi olabileceğini hissettim, daha profesyonel insanlar olacak belki de.
Bir sürü deneyim, bir sürü insan, bir sürü olay-durum..
Yorgunluktan yoruldum artık,
O nedenle artık her şeyi olduğu gibi kabullenmeye karar verdim.
Neden böyle yada neden böyle değil demek yerine,demek ki öyle olması gerek deyip sorgulamaktan vazgeçmenin benim yararıma olacağını gördüm.

Bekliyorum bu ara,
Etrafım dopdolu,
Korkağım hala, hala güvensizim ama,
Hayatın devam ettiğini de biliyorum,
Daha fazla detayım yok şimdilik ama her şey bir değişimden geçiyor bu ara,

Ben istersem kelebekler de yeniden uçacak, çiçekler de açacak,
Sadece küllerimi denize dökmem gerekiyor,
Ki yeniden doğabileyim...


EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!