Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

16 Aralık 2010 Perşembe

sadece kendi anlatacaklarına sıra gelsin diye dinler sizi"


Hani mutluluk derslerinin 4. yazısında demiştim ya sizlere karşınızdakini dinleyin, dertlerini paylaşın diye, aslında iletşimsizlikten geliyor başımıza ne geliyorsa.
Böbürlenmekten, kendini yüksek görmekten, aşağılamaktan.
Şu kibir denen şey nasıl da esir almış insanlığı.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor herkes...
Bu yıl Mayıs ayında yazdığım ve okudukça bana iyi gelen bir yazımı yeniden paylaşmak istedim sizlere,tam da konuya uyuyor aslında,
Okuyamayanlar için,


Gözlemliyorum, bu yeteneğimi seviyorum.
Biliyorum 6.hissimin kuvvetiyle birleştiğinde bazen korkutucu sonuçlar doğurabiliyor ama yine de seviyorum işte...
Davranış bilimleri üzerine master yapmak için uzun süredir düşünmem, insan ilişkileri ve karakter tahlillerini sevmem de bunu destekliyor aslında.

Güneşli ve rüzgarlı bir pazar günü, deniz kıyısında kalabalık bir kafe...
Kadın ve adam oturuyorlar kalabalıkta, aslında kalabalık içindeler ama yakınımdalar..kolaylıkla inceleyebiliyorum onları. Kadının karakterini anlayabiliyorum, duruşundan, bakışından, hareketlerinden, mimiklerinden, güleryüzünden.. İçten gibi geliyor bana, biraz da ürkek gibi. İyi tanırım ürkekleri, kendimden dolayı..sanki bir korkusu var da evhamını gizlemeye çalışıp rahat olmayı seçiyor gibi..ama ne kadar rahat olursa olsun içten içe tedirgin gibi, orada ama orada değilmiş gibi..

Hep adam anlatıyor o dinliyor, onay veriyor başıyla. Göz ucuyla bakıyorum ki konuya girmek istediğinde adam lafı ağzına tıkıyor, halbuki gözlerinden belli ne kadar da bilgisi olduğu...
Sitem ediyor bir iki, şaka yollu atışıyorlar,o ara gülüşlerini daha çok duyuyorum konuşmalarından.. Ama adam anlamıyor onu, kadının ne kadar narin olduğunu fark etmiyor, kendini anlatıyor sürekli. Ben bile onun yüksek ses tonuyla kendini bu kadar anlatmasından sıkılıyorum. Keskin yargılarını seziyorum, "ben sadece ben" demesini yadırgıyorum.

Hani bazı insanlar vardır sadece kendi anlatacaklarına sıra gelsin diye dinler sizi, öyle biri işte...

Aslında o kadında biraz da kendimi buluyorum o an, geçmişte yaşadıklarımı düşünüyorum. Orada olup aslında gerçekten de orada olamamanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum.İçinden yüreğine dokunan birini nasıl da istediğini fark ediyorum. Denize karşı uzak dalgın ve yine de gülümsemeyle, umutla dolu bakışlarını kendi bakışlarıma benzetiyorum...

Yakın oturduğumuzdan ve karşımda olduklarından konuştuklarını da büyük ölçüde duyabiliyorum.Kızın hararetle üniversite yıllarını ve ideallerini adeta savunur gibi heyecanla anlatışından ve adamın o başı dik sürekli tez üreten tavrından kızın mesleğini küçümsediğini fark ediyorum, içim cız ediyor. "Siz nesiniz ki koskoca evrende minicik bir zerre..Kendinizi nasıl bu kadar yüksek görebilirsiniz" diye geçiriyorum içimden.Sonra kendime hayret ediyorum, nasıl da çözümledim diyorum.Acaba gerçekten öyleler mi yoksa ben mi öyle görmek istedim, kadını kendi karakterime benzetmek mi istedim diyorum.

Ben de düşünüyorum, kendimi, etrafımdaki onca insanı...

Onlar gibi ya da gözlemlediğim bu kadın gibi olmaktansa, yalnız olmayı yeğlediğimi duyumsuyorum şiddetle.
Kadını çok iyi anlıyorum...
Sıkılgan tavırlarını ve kalkmak için acele edişini de fark ettiğimde, doğru kanaate vardığımı hissediyorum.

Bizler minicik zerreler, hayatta karşındakini dinlemek, onu anlamak, anlayamasak da anlamak için çaba sarf etmek kadar önemli bir şey olmadığını fark etmek için neden bu kadar geç kalıyoruz?

Oysa bilmiyoruz ki, en önemli şey dinlemek, sohbet edebilmek, ortak noktalar hakkında bir şeyler paylaşabilmek...

İlişkilerdeki en önemli sorun da bu noktadan başlayarak ortaya çıkıyor zaten, iletişimsizlik...

Sürekli kendinden bahseden bu adam, bir ara nefes alsa ve kadına baksa onun ne kadar sıkıldığını fark etmemesi için hiç bir neden olmadığını anlayacak ancak durup nefes almaya kimsenin vakti yok bu aralar.

Nefes=hayat.

Bazıları sadece yaşadığını zannediyor...

2 yorum:

Deli Anne dedi ki...

ben de çok severim gözlemlemeyi insanları, hayatın akışını... ve ne güzel demişsiniz: sadece kendi anlattıklarına sıra gelsin dinlerler diye..

Adsız dedi ki...

Güzel gözlemkeyip güzel dile getirmişsin ki bence yanılmamışsındır.Aslında insanlar ufacık bir anda öyle güzel ele veriyorlar ki kendilerini.Sadece bakıp görmeyi bilmek önemli.
İletişim sorunu gerçekten fark edilmesi ve çözümleri için çaba sarf edilmesi gereken bir konu.Bunu dinlemeyi ve anlatmayı çok sevdiğimden dolayı söylüyorum ve ne yazık ki genelde dinleme kısmında başarılı olabiliyorum anlatma kısmına gelince,işte o an bocalıyorum.Çünkü karşımdaki insanın tam anlamıyla içime bakmaya çalışmadığını görüyorum.

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!