Fotoğrafım
Türkiye
Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com

değer verenler

26 Şubat 2010 Cuma

"Gülümsemek"

Onun ilk gülüşünün üstünden çağlar geçti sanki. ‘Bak, gülme taklidi yapıyor’ diyorduk önceleri, daha birkaç günlük yüzünde patlak veren ışıklı kasılmalara. Yaşadığının, yaşayacağının kanıtıydı, o bir ışık çakımı hızıyla belirip yok oluveren gülücükler. Bize birisi olduğunu hissettirdiği anlardı. Antik kaynaklara göre doğumu izleyen dördüncü ya da kırkıncı günde gelen mucize. Bebeğin yaşamının sonsuza dek ruhla dolduğuna inanılan o ilk gülüş anı. Aristoteles’in insanı ‘animal ridens (gülen hayvan)’ olarak adlandırmasına neden olan, dünyanın diğer canlılarından kopuş anı. Ruhsal yolculuğun başlangıcı. Gülmeye, kahkahalar savurmaya bayılan bebeğimin büyümeye başladığını fark edişim de farklı bir gülüşünü, daha çok gülümseme denilebilecek bir ifadesini yakalamamla oldu. Yorgun bir günümde pek de coşkuyla katılamadığım oyun içinde besbelli zayıf bulduğu soytarılıklarım karşısında sanki mahcubiyetle gölgelenmiş bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Çabalarını takdir ediyorum ama sen de biliyorsun ki pek de komik değil şu halin, der gibiydi. Şefkatli, incelikli, basbayağı sosyal bir gülüş.
Gülmenin hazla beslenen, otoriteyi sorgulayan bozguncu niteliği, insanlık tarihi boyunca bu insanı diğer canlılardan ayırt eden yegâne özelliğin etrafında hep sorunlu bir alan oluşmasına neden olmuş. Ciddiyetin tevazu ile eşleştirildiği semavi dinlerin ilk yasaklarından biri denetlenemeyen kahkahalar. (Oysa İ.Ö. üçüncü yüzyılda yazılmış bir Mısır papirüsünde ilk Mısır tanrısının dünyayı otoriteryan sözcüklerle değil kahkahayla yarattığını okuyoruz. Tanrı kaosla yüzleşiyor ve onu kahkahasıyla uzaklaştırıyor. Işığın içine sevinç ve coşku dolu bir dünya salıyor. “Tanrı güldüğünde, dünyaya hükmedecek yedi tanrı dünyaya geldi... İkinci kez kahkahaya boğulduğunda sular oluştu, yedinci kahkahasında ruh doğdu.”)
İnsanın eğitimi gülme dürtüsünü denetleyebilmeyi öğrenmesi üstüne kurulu. Kişinin gelişmesi, uygar dünyada sorumlu bir birey olarak yerini alması, neşesini, coşkusunu, onu apansız dürtüveren mizah sinirlerini yatıştırmayı, evcilleştirmeyi öğrenmesini şart koşuyor. Büyüğüne boyun eğmenin, disiplinli bir köle olmanın göstergesi mümkünse hazırolda durup iyice nötr, anlamından boşaltılmış bir ifadeyle karşısındakinin ötesinde belirsiz bir yere gözlerini dikip emirleri beklemektir.
Kahkahanın muhteşem müridi Mark Twain ‘Dünyadan Mektuplar’da şöyle diyor: “Çünkü soyunuz, bütün o yoksulluğuna karşın, tartışmasız olarak gerçekten etkili bir silaha sahiptir: Gülme. Güç, para, inandırma, destek toplama, baskı yapma bütün bunlar yüzyılların çabasıyla devasa bir dalavereyi kaldırabilir, biraz yerinden oynatabilir, biraz zayıflatabilir; ama
onu bir darbede paramparça edecek olan şey gülmedir.”
Bebeğimin her anımızı kuşatan otoriteryan imlâyla yüzleştiğinde neler çekeceğini düşünmek arada gölgeliyordu elbet kahkahalarının bana verdiği mutluluğu. Hayatım boyunca ‘dalaksız’ olduğum için katlanmam gereken otorite durakları karşısında morarıp tıkanarak kahkahamı bastırmaya çalıştım. İlkokuldan başlayarak derslerde öğretmenlerimin suratına bir kahkaha patlatmamak için çektiklerimi hâlâ midemde kasılmalarla hatırlarım. İkide bir bizim bataryayı karşısına dizip engin hayat dersleri veren yüzbaşı karşısında başım ciddi bir belaya girmesin diye boğulmanın eşiğinde tıkanışımı, çalıştığım birkaç işyerinde amirlerimin gülünç
otorite takıntıları karşısında yaşadığım acılı kramplarımı da hiç unutmadım. ‘Gülme!’, bütün çocukluk ve ilk gençliğimin en zor uyduğum yasağı oldu.
Daha çocukken bize gülmeyi yasaklayan, zekânın en önemli çıkışını tıkayarak beslenmemizi kısıtlayan otorite, insan olmanın hazzına düşman. Mikhail Bakhtin’in sözünü ettiği tehlikeyi hissediyor elbet:
“Gülmenin olağanüstü bir gücü vardır. Nesneyi yakına getirir, onu parmağın bildik bir hareketle her yanına dokunabileceği somut temas bölgesine çeker, baş aşağı döndürür, içini dışına çıkarır, ona yukarıdan ve aşağıdan bakar, dış kabuğunu kırar, merkezine bakar, ondan kuşkulanır, onu böler, parçalarına ayırır, soyup sergiler, özgürce inceler ve onunla deneyler yapar. Gülme bir nesne karşısındaki, bir dünya karşısındaki korkuyu ve acıma duygusunu ortadan kaldırır, onu tanınan bir nesneye dönüştürür, böylece özgürce araştırılması için zemin hazırlamış olur. Gülme, korkusuzluk gibi bir önkoşulun gerçekleştirilmesinde yaşamsal bir etmendir; bu önkoşul olmaksızın dünyaya gerçekçi olarak yaklaşmak olanaksızdır. Gülme bir nesneyi kendine çekip bildik kılarak, onu gerek bilimsel, gerek sanatsal sorgulayıcı deneyin ve özgür deneysel düşgücünün korkusuz ellerine teslim eder.”
Evet. Gülmek, düşgücünün korkusuz ellerinden tutar. Dünyayı zekâ ve neşeyle yıkıp yeniden kurar. Otorite tarafından yalnız sorumluluk özürlüsü olarak görülen kadın ve çocuklara yakıştırılır. Çünkü bozguncudur. İşte bu yüzden çocukların karşısına geçip ‘gülmeyin’ diye tepinen öğretmen, bize hayat diye vaat edilen hücrenin ilk habercisidir.


Kaynak :Yıldırım Türker'in 17/10/2009 tarihli "Kahkahalarla" yazısı.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=959625&Yazar=YILDIRIM

10 yorum:

neslihan erzincan özgür dedi ki...

metnini üzerindeki html yazan yere tıklayıp oraya yapıştırıyorsun sonra tekrar oluştur a tıkılıyorsun şeker.

Ful yaprakları dedi ki...

çook teşekkür ederim,
değişmiş bu atraksiyonlar ben görmeyeli:))

Ece dedi ki...

GÜNAYDIINNNN:)KIS SEN NELRELERDESIN KAÇ GUNDUR :)))))))
BEN HEP EVDE OLDUGUM ICIN SANIYORUM KI HERKES EVDE DAIMA PC BASINDA:)))FAZLA OZLETME KENDINI :)))BEN PS DEN ANLAMAM AMA DUZELIYOR KENDI KENDINE,YAZI GUZELDI:)AMA SABAH MANMURLUGU PEK KAFAMA GIREREK OKUYAMADIM DURUST OLMAK GEREKIRSE :)

Ful yaprakları dedi ki...

ece'm
işler çok yoğun gidiyor giremedim o yüzden :)
en son karışık yazım vardı işte:))
yazı harika,
gülğmsemek üzerine resmen bilimsel bir makale,
mahmurluğunu atıp yeniden okumanı tavsiye ederim,

sevgilerrr:)

Ece dedi ki...

EVET OYLE YAPACAM ZATEN HELE AFYONUM PATLASIN BEBİŞİM:)))OGLEDEN SONRA OKUYACAM :)

guguk kuşu dedi ki...

ben de dört gözle bebeişimin gülüşünü görmeyi bekliyorum. ne saf ne tazedir bebeklerin gülüşleri. bahar tazeliği gibi..

beenmaya dedi ki...

sağolasın bu güzel paylaşım için
hep gülümsemen dileğiyle...

Profösör dedi ki...

Bir tebesscüm bin umut demektir. Hayatın sırrı bir tebessümde yatabilir.

Profösör dedi ki...

Yarın 1 Mart.. Baharın başlangıcı takvim olarak düşünürsek. Yeryüzü uyanacak. Umutlar yeşerecek. Mutluluklar ruhumuzda çiçekler dökecektir.

öykü dedi ki...

Ful ozledık senı

lutfen daha sık bızımle ol


yazına gelınce

ozellıkle son cumlene sonsuz katılıyorum

EMEĞE SAYGI

Internet-Gazete-Dergi ve her türlü basılı yayın için geçerlidir : Yazılarımdan ismim ve adresim link gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. İzinsiz emek hırsızlığı durumunda hakkımı "hukuki çerçevede" sonuna kadar arayacağıma emin olabilirsiniz.Emeğe saygı gösterdiğiniz için teşekkürler!