Murathan Mungan'ın kitaplarını, şiirlerini severim.
Bendeki imzalı kitaplarına gözüm gibi bakarım.
Hemen hemen tüm kitaplarını okumuş, altlarını çizmişliğim vardır. Hala kütüphanemin başına geçip tekrar tekrar altı çizili satırları okuyup da bazı duyguları ve durumları nasıl böylesine güzel öyküleştirebildiğine hayranlıkla bakarım, gözlem yeteneğine hayran kalırım.Hoş, zaten bir yazarın en önemli yeteneklerindendir; gözlemek.
Seneler önce sanırım 2005 yılında okuduğum "50 Parça" kitabında yer alan "Şairin Romanı" tamamlanarak geçtiğimiz ay Metis Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Biz kitap kurtlarını bekliyor...
Biz kitap kurtlarını bekliyor...
Konusu:
Adı Yerküre olan bir gezegen.
En büyük kara parçası sayılan Anakara'da farklı yerlerden farklı nedenlerle Odragend'e varmak üzere yola çıkan gezginler. Elli yıl sonra yurduna dönen bir bilge şair. Yıllarca evinden hiç çıkmadan yaşadıktan sonra, çıraklarıyla birlikte kendisini yollara vuran bir şiir filozofu. Yalnızca şairleri öldüren bir katilin izini süren atlı polis ve yardımcısı.
Yol boyu içinden geçtikleri yerler, yaşamlar. Surlarında şiir bayrakları dalganan şehirler. Kanatları göğün gizemlerini birbirine bağlayan kuşlar. Sayıların, sözcüklerin, şifrelerin ardında ömür tüketen matematikçiler, dilciler, sözlükçüler, şairler... İnsanların ruhlarını sağaltan rüya terbiyecileri.Batı'nın modern çağ fantazi romanlarıyla Doğu'nun Binbir Gece Masalları'nın özgün bir bileşimi.
"Şairin Romanı", tabiata, emeğe ve şiire bir övgü.
Okuma Parçası:
Açılış bölümü: Koku, s. 9-11.
Açık denizde dev dalgalarla boğuştukları aylarca süren fırtınalı deniz yolculuğunun sonunda o sabah, Anakara'nın güneybatı körfezine özgü yumuşak rüzgârın o tanıdık kokusuyla uyandı. Kendine özgü bu sakız kokusuyla birlikte Bendag'ın kendisinden önce gömülü anılarını uyandırdı körfez rüzgârı; belleğinin kuytu derinliklerini uyandırdı.
Güneybatı körfezinin sezdirmeden insanın içine işleyen meltemiydi bu.
Bunca yıl başka hiçbir denizde, hiçbir körfezde karşılaşmadığı ve ne zamandır unutmuş olduğu belli belirsiz denebilecek bu incecik kokuyu, döndüğünde onu karşılayacak şeyler arasında saymak aklına bile gelmemişti.
Çok uzaklardan erimiş bir tül gibi esen bu uçucu koku, yaşlandıkça iyice hafiflemiş olan uykusunu taze bir çay yaprakçığı gibi usulca açıverdi. Uyanmıştı ama gözlerini açmadan, yüzünde incecik bir tebessümle, kokuyu içine, ta içine derin derin çekti.
Uzun zamandır yaşadığı hiçbir ânı aceleye getirmemeyi öğrenmişti. Gene öyle yaptı. Yaşadığı ânı derinleştirdi, uzattı, tadına vardı.
Ne tuhaf! İnsanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey şimdiki zamandı.
İnsan içinde yaşadığı ânı derinleştirmeyi zamanla, yani zamanı azaldıkça öğreniyordu.
Sonra açtı gözlerini. İçi huzur ve mutlulukla dolmuştu. Ne zamandır uyandığı en iyi sabahtı bu. Güneş ufuk çizgisinde uçuk kızıllığıyla kendini göstermeye başlamıştı. Denize vuran incecik altın teller kopkoyu bir lacivertliğin üzerinde kılcal çakımlarla titreşip duruyordu.
Yelkenlerini dolduran cömert ve hafif rüzgârla körfezin durgun denizini yararak ilerliyordu kadırgaları; açık denizdeki nice fırtınaya bu sert mizacıyla dayanan kadırgaları...
Küpeştenin üzeri taze bir çiy örtüsüyle kaplanmıştı, incecik bir cam gibi parlıyordu okyanus tuzuyla aşınmış tahtalar. Az ileride sıkı dokunmuş kalın örtülere sarınmış genç miçolar sırtlarını dayadıkları iri fıçılardan azıcık yana kaykılmış, uykularını sürdürüyorlardı.
Tatlı, huzur veren bir serinlik vardı havada. Belli, güzel bir gün olacaktı.
Usulca yerinden kalktı. Kara henüz görünmüyordu. Ama bu rüzgâr, bu koku, karadan çok uzakta olmadıklarını söylüyordu ona, öğleye kalmadan varırlardı belki; ya da en geç öğle sırasında.
Kimseyi uyandırmamaya özen göstererek parmaklarının ucuna basa basa kadırganın burnuna kadar gitti. Hep gölge gibi yürürdü zaten. Bulunduğu her yerde varlığını silmeye çalışanlardandı. Sağlam çatırtılarla denizi yaran güçlü kadırganın iki yana savurduğu bembeyaz köpüklerin seyrine daldı. Binlerce kez seyrettiği, ama her seferinde yeniden hayranlık duyduğu bir manzaraydı bu. Doğanın mucizeleri hiç eskimiyordu.Doğa her zaman yeniydi. Bu sabah gibi, bu rüzgâr gibi, şu köpükler gibi. Doğaya ilişkin, kanıksadığımızı sandığımız en tanıdık imgeler bile her an yepyeni bir mucizeyle yenilenebilir; yepyeni bir görünüş, derinlik ve anlam kazanır; her şey birdenbire yerkürenin var olduğu ilk günkü kadar taze ve kullanılmamış oluverirdi. Doğa hiç bıkkınlık vermiyor, hiç usandırmıyor, her seferinde şaşırtmayı sürdürüyordu.
"İyi şiir doğa gibidir," derdi ilk ustası, "en çok kullanılan kelimelerle bile şaşırtmayı başarır." Onu şu aralar çok sık anımsıyordu. İnceden inceye ölmeye yaklaştığını hissettiğinden midir nedir, sık sık ilk ustasını düşünürken yakalıyordu kendini; ilk ustalar ilk aşklar gibidir, hiç unutulmazlar. Her yaşta hatırlanacak güzel deyişler, derin sözler bırakırlar ardındakilere, yetiştirmelerine. Her yeni deneyim, her yeni aydınlanma ânı, her önemli dönemeç onların çok eskiden söylemiş oldukları bir sözün yeniden günışığına çıkmasını sağlar. Yeniden görülmesini, görünmesini. Yeniden anlamlandırılmasını. Tıpkı toprak altından çıkan eski paralar gibi yeniden ışırlar. Su altından çıkan eski batıklar gibi çıkarıldıkları zamanın ruhuyla dolar, yeni anlamlar kazanırlar. Yıllara yayılmış deneyimlerin zenginleştirdiği bu çeşit düşünceler baktığı köpükler gibi hızla parlayıp sönerek geçiyordu aklından.Sabahın serinliği içine işliyordu; şalına sarındı iyice. Dinginlik veren bir ürperti dolduruyordu içini. Haz veren, güzel bir üşümeydi bu. Dönüp uyuyanlara baktı yeniden. Körfezin sakız kokan meltemiyle tanıştığında şu miçoların yaşlarında olmalıydı. Denizi görmek için, deniz ikliminde yaşamak için inmişti Anakara'nın kuzeydoğusundan güneybatısına aylarca süren bir yolculukla...
Koskoca Anakara'yı bir ucundan diğer ucuna çaprazlamasına katetmişti.
İlk Yolculuk şiirlerini o zaman yazmıştı. Çocuk denecek yaştaydı. Denizi görmeden büyümek istemiyordu. O zamanki ustası öyle istemiş, onu güneybatı körfezindeki o zamanlar küçücük, şirin bir kasaba olan, şimdiyse ünü denizaşırı ülkelerde bile sıkça anılan bu zengin liman şehrine, bir başka ustanın yanına göndermişti.
Kaynak: Metis Yayınları
10 yorum:
Biz de bu ay kitap kulübünde onu okuyoruz, ben zaten okumak için can attığımdan ayın kitabı olarak seçilmesine çok mutlu oldum. Henüz ilk 100 sayfadayım ama nefis gibi görünüyor.
Bal,
öyle mi?
Ne kadar güzel :)
ben de çok merak ediyorum :)
Dün aldım ben de.. Ama hemen başlayacağım bir kitap değil. Hatta bana tam bir sonbahar kitabı gibi geldi. Yaz sonrası eve daha fazla kapanılan, battaniye&kahve&kitap günlerine uygun gibi.. Alıp, günlerce hatta haftalarca içine gömülmelik, bir kenara notlar almalık bir kitap sanki. Murathan Mungan ne yazdıysa kabulümdür zaten..:)
Ben de cok sevıyorum onun sıırlerını
ve ara sıra blogumda yerlerını alıyrolar
Bu yazı bana ilaç gibi geldi, teşekkür ederim:)
Çok özendirdin vallahi en son Son İstanbul kitabını okumuştum, sınavlarım bitince hemmen okuyacağım :))))
Günaydın öncelikle ellerinize yüreginize sağlık, paylaşımlarınız için çok teşekkür ederim.
Bugün blogunuzu okurken linkini bırakacagım parçayı dinliyordum ve sizin blogla çok çok örtüştürdüm bu parçayı ve paylaşmak istedim )))
sevgilerimle...
http://www.youtube.com/watch?v=z4aMnb4NZtg&feature=related
Bir kaç şiir çok müthiş gelir bana..
murathan mungan benim de en sevdiğim şair ve yazarlardan. her kitabı gibi "şairin romanı" da okunmaya değer olsa gerek.
not: blogumdaki yorumların blogger'ın azizliğine uğramış görünüyor sevgili ful, benden kaynaklanan bir sorun değil, bilgin olsun diye..
Okuma listemde olan kitaplardan biri. En kısa zamanda okumayı düşünüyorum. Yorumlarınız için de teşekkürler.
Yorum Gönder