
- Ful yaprakları
- Türkiye
- Bir zamanlar ful yaprakları adında bir çiçek kız vardı.Saçları tuhaftı.Bir tutamı domates kırmızısı,perçemleri havuç rengi,kalanlarsa ahududu şerbeti gibi kızıldı.Pembe gözlükleriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman almadı.Canını yakanlardan kurtulmayı denedi, doğrulup toparlandı,gözyaşlarını sildi ve aynaya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz verdi.Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim taptaze ve rengarenk olacaktı... İletişim : fulyapraklari@hotmail.com
Yazılarım - Etiketler
değer verenler
31 Ocak 2009 Cumartesi
"nadas"

30 Ocak 2009 Cuma
"Ayça Şen başkan!"

Ayça Şen'i dinleyenleriniz vardır mutlaka, kendine has tarzıyla yıllardır radyolarda program yapar.
“Herkes benden komik bir albüm bekliyordu, hani Ata Demirer’in yaptığı gibi… Ama bu benim çok ciddiye alarak yaptığım bir işti, sağlam bir müzikal altyapısı var” diyor. Yine de bazı şarkıları, Radikal’deki alaycı köşe yazılarında olduğu gibi dinlerken gülümsetiyor. Albümü, Mor ve Ötesi’nin basçısı Burak Güven ve Serkan Hökenek’le birlikte hazırlamış, sözlerin tamamına yakınını kendisi yazmış, Harun Tekin’le düet yapmış. Ayça Şen’le Astronot’un hikayesini konuştuk.
Siz üniversitedeyken seramik okudunuz ama şan eğitimi de aldınız değil mi?
-Evet, yarı zamanlı iki senelik bir okuldu, ben bir sene gittim. Sonra radyoya başladım, hem seramiği hem de şanı bıraktım.
Şarkı söyleyebildiğinizi sonradan keşfetmediniz öyleyse?
-9 yaşında TRT çocuk korosunda başladım. Kafayı sağa sola sallayarak şarkı söyleyen tombul yanaklı bir çocuktum. Sonra gençlik dönemimde radyo başlayınca müziği direkt unuttum çünkü radyo çok eğlenceliydi.
Yonca Evcimik’e vokal yapmışsınız ama o dönem…
-19 yaşında Genç Radyo’da program yapıyorum, komik komik aryalar söylediğim jingle’lar hazırlıyorum. Bir gün radyonun stüdyosunun sahibi geldi, Yonca Evcimik yaz turnesine çıkacak, vokaliste ihtiyacı var, bir dene dedi. Tam Abone albümünün çıktığı dönem… Gittim başladım. Yanımdaki diğer vokalist de Kenan Doğulu’ydu. Eğlendik filan ama o turnede çok yoruldum, hafızam bir kilobayt olduğu için şarkıların sözlerini de ezberleyemedim. Turne bitince vokalistliğe devam etmedim ama müzikten kopmadım. Radyoda bir şarkı çalarken ona geri vokaller yaptım, arkadaşlarıma komik komik şarkılar söyledim gitarla. “Öğretmenim bize nolur ceza verme, bizi çok sev” filan gibi geyik geyik şarkılar. Çok gülüyorduk tabii. Ama şarkıcılık başka bir şey, şakası yok.
Albüm çıkarmaya nasıl karar verdiniz?
-Benim hayatımda her şey şans eseri oldu, bu da öyle. 2004’te, bir partide Mor ve Ötesi’nin basçısı Burak Güven’le tanıştım, bana “Ben Ümit’in alt katında oturuyorum biliyor musun” dedi. Ümit, oğlum Memo’nun babası. Öyle muhabbeti ilerlettik. Bir gün Ümit bana yazdığı bir şiiri verdi, ben de aşağı kata inip Burak’a “Abi şuna bir müzik yazsana” dedim. Birkaç gün sonra şarkıyı yazmıştı. Böyle başladık ama aylarca ara vererek 4 yılda tamamladık. Son iki ayda da Fikirtepe’deki stüdyoya girip kaydettik.
Hayata hobiler bütünü olarak bakıyorum:
Roman yazdınız, TV programı yaptınız, köşeniz var, radyoculuk yapıyorsunuz. Bir de şarkıcı diyebilir miyiz size artık?
-Şarkıcılık başka bir şey. Papağan gibiyimdir, bir sürü şarkıcının sesini taklit edebilirim, ama kendi sesini bulmak çok zor. İlk başlarda çok korkak söylüyordum, zamanla, telkinlerle öğrendim. Ben hayatta hep sevdiğim şeyleri yaptım, Memo’ya da onu öğretmeye çalışıyorum: “Eğer sevdiğin şeyi yaparsan aslında çalışmamış olursun.” Hayata gelecek korkusuyla değil, bir hobiler bütünüymüş gibi bakmaya çalışıyorum. “Aa bu kadın da her şeyi yapmak istiyor” diye düşünenler, öyle düşünmeye devam edebilir.
Oğlunuz Memo ve anneniz ne diyor bu albüm işine?
-Memo bütün albüm sürecini yaşadı, benimle stüdyoya geldi, davul çaldı. Geçen gün “Bak, Memo artık albüm çıkıyor, ne güzel di mi?” dedim. Güzel de, bu yüzden eve geç gelmeler yapmayacaksın di mi diye cevap verdi. Ben de “Arada olur oğlum” dedim. Annem de albümü ilk dinlediğinde “Bu ne ya?” filan yapıyordu. Sonra ben ona şarkıları dinletmemeye başladım, moralimi bozuyor diye. Sonra beğenmeye başladı albümü.
Evde koca bir pabuç bulunca erkek sindirella diye şarkı yazdım:
Oryantal diye bir şarkınız var, orada “Memelerimizi çaldın” diye kime diyorsunuz?
-Sabah programlarında göbek attırılan, seksi figürler yapan çocukları izliyordum bir gün. Televizyonun karşısında geldi aklıma şarkının sözleri. Oryantalden bıkmadın mı? diye söylemeye başladım. Evlen, çocuk doğur, evi üstüne yap. Kokoş olsun da erkeklerden yana şansı yaver gitsin, diye eğitimden geçirilmemize karşıyım. Evliliği sektör olarak görenlere “sektör git” diyen bir şarkı bu aslında.
Başka bir şarkınızda da “Seninle bir gün mutlaka evleneceğim” diye ilişkiye başlayan bir kadınla dalga geçiyorsunuz. Evlilik size göre çok mu saçma bir fikir?
-O şarkıda da aslında temiz niyetler var. Bir ilişki başlamış, herkes heyecanlı, herkes aşık. Kız da “Evleniriz herhalde” diye düşünüyor ama sonra ilişkinin de boku çıkıyor, evlilik fikrinin de. Ben de bir sürü ilişkime bu şarkıdaki kadın gibi temiz niyetlerle başladım ama hayalindeki evlilikle yaşadığın şey birbirine cuk oturmuyor.
Erkek Sindirella şarkınızda nasıl bir tipten bahsediyorsunuz?
-O şarkının hikayesi çok matrak. Bir gün evde dana gibi bir ayakkabı buldum. Erkek arkadaşımın spor çantasından düşmüş. O gün Erkek Sindirella diye bir laf uydurdum. İyi niyetli, temiz yüzlü, iyi aile çocuklarını anlatıyor.
“Aslında seni unuttum, 40 yılda bir gelirsin aklıma romantik şarkı dinlerken. O da neden bilmiyorum, yaptıklarını hazmedemiyorum” diyen “Kalpsizsin” adlı şarkınızı birini düşünerek mi yazdınız?
-Evet ama kim olduğunu söyleyemem!
Tuvalette şarkı söylerim:
İlk klibin çekileceği şarkı:
Ezgi Başaran
Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/10645747.asp?gid=66
28 Ocak 2009 Çarşamba
"mim"lenmişim :)"

23 Ocak 2009 Cuma
"küçük mutluluklar"
Güzel bir tebessümü var, ince, akıllı...
Dünya halinden uzak, umarsız, halimize bakıp gülüyor.
Küçücük insancıklarız bir onun gözünde, sürekli oradan oraya koşturuyoruz.
Hep daha iyisi için, daha güzeli için, daha pahalısı için.
Asla tatmin olmuyoruz...
Hırslarımız komik geliyor ona,
Sahi ne gerek var bu kadar ciddiye almaya?
Benim yerim burası diyor, fazla beklentim yok.
Daha iyi , daha mutlu olmak ve faydalı olmaktır istediğim; kendime karşı, evrene karşı.
Bu kadar basittir işte yaşamak,
Ayaklarını sallayarak ayın kuyruğunda oturmak gerekmez,
Sizin gezegeniniz var mı? Ya da bir eviniz?
Küçük mutluluklarla döşeyin o halde,
Güzellikler serpiştirin,
Bir yerlerde hâlâ iyiliğin kaldığını görelim...
22 Ocak 2009 Perşembe
"birisi tatil mi dedi!"
İşyerinde çok yorucu iki gün geçirdim, kolumu kaldıracak halim yok!
Az önce kendime 5 dakika ayırıp bir meyve yiyim dedim mandalinanın kabuğunu soydum ve pat.! zavallı mandalinamı yiyemeden yere yapıştırdım :)
Artık yorgunluktan ellerim de tutmuyor yani!
Mart ayında gerçekleştireceğim bir organizasyon için bir süredir kolları sıvadım, gerekli kişilerle irtibata geçmek, doğru gün ve saati ayarlamak, bir yandan da bir sürü kendini bir şey zanneden adamla muhattab olmak, "bizi seçin , biz tek olmalıyız" gibilerinden böbürlenmelerini dinlemekten sıkıldım.
Hepsinin ne mal olduğunu gayet iyi bildiğim için "hı hı hı hı..."diyerek dinleyip ardından bildiğimi söylüyorum ve bu şekilde işleyişi sürdürüyoruz katılıyor musunuz?" diyorum, o tavırlarından eser kalmadan balıklama atlıyorlar.
İnsan idaresi en zor iş, herkes ayrı telden çalıyor...
Ama işimde kalıcılığımı ispatlamak için bu organizasyonun sorumluluğunu ben isteyerek üzerime aldım, istedim ki benim bu konuda tecrübeli olduğumu ve altından kalkabileceğimi görsünler.
Diğer senede aynı kadroda çalışmak istiyorum, hele ki bu işsizlikte 3 sene önceki maaşımı da alsam razıyım.Çünkü başvurduğum hiç bir yerden yanıt gelmedi, bir çok arkadaşım işten çıkarıldı, bir çoğu maaşını alamıyor ve en çok da 4 sene boyunca üniversite okuyup bu durumlara düştüğümüze üzülüyorum.
Neyse uzun lafın kısası bu organizasyon beni yoracak hatta öyle ki o hafta muhtemelen oturamayacak kadar yoğun olacağım ama olsun sağlığım olursa ben hepsinin üstesinden gelirim.
Ve....Beni mutlu eden asıl olaya gelelim,nihayet yarın karne günü:)
Ardından güzel bir sömestr tatili beni bekliyor, bir haftası kesin de 2.hafta işe çağırılma ihtimalim olsa da ben geç kalkıp, keyifli kahvaltılar edip, incik boncuk yapmak istiyorum. Bir de evde olmadığım için yemek pişirememekten şikayetçiydim, artık bu hafta midem de izin verirse güzel yemekler pişirmek istiyorum, bir de havalar böyle güzel giderse yürüyüş ve gezmek de planlarım arasında :)
Şöyle hem ruhumun hem gözümün hem de gönlümün doyduğu bir hafta geçecek!
Karıncalarımı özleyeceğim tabii, onların masum soruları, gelip gelip sarılmaları, seni çok seviyorum demeleri, komik halleri, heceleyerek okumaya çalışmaları, bilmiş tavırları olmadan biraz zor olacak ama, tatil varsa işin ucunda hiç sorun değil, keyfime bakacağım.
Yazıya eklediğim şarkıda Sertab Erener'in dediği gibi "hayat beklemez" tatil de öyle :))
21 Ocak 2009 Çarşamba
"moral"

"kimse"

19 Ocak 2009 Pazartesi
"ara sıra"

Sıyrılın artık şu aptal rollerinizden, yapmacık tavırlarınız sizi birer kuklaya çevirmiş farkında değil misiniz?
Yorgunsunuz, bitkinsiniz, ruhsuzsunuz, yerlerde sürünüyorsunuz...
Ne kadar maske takarsanız takın ben içinizi görüyorum hepinizin!
Bizler eşya değiliz, yaşıyoruz, nefes alıyoruz.
Biraz gülümseyin, biraz ısının, biraz olsun iyimser bakmaya çalışın olur mu?
Günün birinde yapayalnız kaldığınızda, bir yerlerde bir hata yaptığınızın farkına varacaksınız ama çok geç olacak...
Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,
Saat tıkırtısıyla....
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa , zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama; ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...
Can Yücel
"Tekrar Çal Sam!"

Çeviren : İhsan Mursaloğlu
Yöneten : Ragıp Yavuz
Dramaturg : Arzu Işıtman
Dekor Tasarımı : Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı : Duygu Türkekul
Işık Tasarımı : Murat Özdemir
Efekt Tasarımı : Yusuf Tuncer

Oyuncular



Arda Aydın, Sevtap Çapan, Sezai Aydın,Sevinç Erbulak ve Derya Çetinel tek kelimeyle harika bir uyum içindeler, oyuncuların şahane performanslarının yanısıra hem müzikler, hem dekor hem de kostümler ayrıca bir renk katıyor izleyenlere!
Oyunun orjinal metninde "evin perisi" yer almıyor ve peri bize yönetmen Ragıp Yavuz'un bir hediyesi aslında. Oyun boyunca oyuna o kadar hakim bir o kadar da şirin ki, iyi ki oyuna dahil olmuş dedirtiyor insana.
Son derece keyifli 2 saat geçirmek ve hayatımızda yaşadığımız karmaşıklığa sahnede keyifle tanık olmak istiyorsanız emekle işlenmiş, şahane oyunculuklarla harmanlanmış bu oyun tam size göre :)
Şimdiden iyi seyirler!
"cumartesi ne yaptım :)"

Ben nasılım peki Cuma'dan beri, hala pıtırcık sevgi insanı ruh halimde miyim:)
Evet,evet her şeye rağmen diyelim, malum alerjik nezlem azmıştı ve cuma akşamı yerini normal nezleye bıraktı...Ağzım burnum akıyor ve gözlerim kurbağa gözü gibi oldu:)Bu kışın ilk nezlesi hayırlı uğurlu olsun diyelim, herkes geçirmişti ben o arada zehirlenmekle meşguldum, tam midem geçti ohh derken nezle çıktı başıma:)Sabır sabır ya sabır!
Bu halde cumartesi ultrason için sabahın köründe kalkıp hastaneye gittim. Elimde mendil, salya sümük, kıpkırmızı gözlerle paramı yatırdım, randevu saatinden 10 dakika önce bekleme koltuğuna oturdum. Benden önceki randevu içerden çıktı,sıra bana geldi. Sekreter kız biraz bekleteceğiz dedi, kağıtlarımı aldı. Bekle bekle ses yok, 10 dakika oldu, içerden nihayet çıkan sekreter bu sefer de Ultrason makinası arızalandı dedi."Haydaaaaa!"Normalde hastaneyi alt üst edip sekreter kızın canına okuyacak olan, damarına basılınca gözü dünyayı görmeyen, haksızlığa tahammülü olmayan ben ne yaptım?Aptalca gülümsedim, niyeyse:) Biraz daha bekleteceğiz teknik servisi arıyoruz.İyi de ben 12 saatten fazladır aç aç dolaşıyorum, ultrason için açlık gerekiyor, sabahın köründe kalktım geldim bu sümüklü halimle bir de ultrason bozuldu diyor bana koskoca hastane!Boğulacak gibi oldum ama tepki vermeye halim olmadığı için suratıma yapışan o çaresiz aptal gülümsemeyle 5 dakika daha beklerim dedim.Sonra hala ses çıkmayınca girdim odaya "efendim, şeyy, kem küm" daha yeni aranmış teknik servis, gelecek de bakacak da.."oooo ölme eşeğim ölme paramı geri verin gidiyorum ben"dedim.Böylece tatil günümde boşu boşuna sabahın köründe kalkmış oldum, ama her işte bir hayır vardır diyerek de kendimi telkin etmeyi ihmal etmedim.Malum yapacak başka bir şey yoktu.
Sonra eve geldim biraz yatıp uyudum, grip ilacı, vitamin aldım. Bana mısın demedi ama! O halde hırs yaptım öğleden sonra ailemle tiyatroya gittik. Elimde mendiller, kucağımda mendiller :) Sürekli hapşıran sürekli hönküren biri olarak ilk sıradan en beğendiğim oyunu 2.kez ne kadar hasta olsam da azimle izledim:)
Oyunla ilgili detaylı bilgiyi paylaşacağım sizinle, şimdi iş yerindeyim ve biraz daha iyiyim. Gözlerim yarı kurbağa gözü ve en azından 100 değil 30 kere hapşırıyorum:))
Amann bu da geçer, her kış aynı şey, sevmiyorum işte kış mevsimini, zorla mı!
Tiyatro oyununu da yazacağım bir ara,
Tekrar günaydınlar efendim :)
16 Ocak 2009 Cuma
"cuma:)"

15 Ocak 2009 Perşembe
"istiyorum!"
"Gülümsemek, herşeye ve herkese rağmen!"
Kocaman bir günaydın kendime :) Daha sonra herkese teker teker günaydın :)
Aynaya gülümseyerek uyandım bu sabah, her şey önce kendinde bitiyor ya buna iyiden iyiye inanıyorum artık.
Hayat dediğimiz şey çok basit aslında, fazla anlam aramaya gerek yok.
Bence hayat bir hamur gibi...Herkese farklı renk, farklı şekil ve farklı maddelerde sunulmuş.
Tamam belki ötekinin rengi daha güzel ya da berikinin şekli...
Ama her şey bizim ellerimizde inanın bana.Siz ruhunuzla şekillendireceksiniz, gülüşünüzle güzelleştireceksiniz, iyi düşüncelerle arındıracaksınız.
Daha sakin, daha duru, daha iyi olmalı insan.
Savaşlara anlam veremiyorum, kavgalara, sahip olma duygusuna.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan zihniyetlerin amaçlarını anlayamıyorum. Bir yerlerde bebekler öldürürülürken abuk subuk şeylere kafa yorarak ağlamak adaletli gelmiyor bana, onlar acı değil bebeğini bombalara veren annelerin acısının yanında...
O yüzden doğrulun şöyle bir kendinize gelin, şu kocaman evrende minicik toz zerrelerinden ibaret olduğumuzu düşünün.Küçük şeylerle mutlu olmaya bakın.Etrafınızdaki çocukların gülümsemesi, güzel bir sinema filmi, bir tiyatro oyunu, uzun zamandır canınızın istediğiniz bir yemeği yapmak, sevdiklerinizle bir pazar kahvaltısı, gün doğmadan kalkıp sahile gidip güneşin doğuşunu izlemek, yağmurlu bir günde bir kahveye girip kendinize bir kahve ısmarlamak ve boğazınızdan geçen o sıcaklığı sağlayabildiğiniz için Tanrı'ya şükretmek gibi...
Sapasağlamsınız değil mi, sağlığınız yerinde mi? O halde şükredin, sağlığınız varsa ihtiyacı olan, sağlığı olmayan insanlara yardım edin.
Hayatta neyin ne zaman olacağını bilemezken, incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler üzerine kafa yorarak neden kendinizi üzüyorsunuz, hayattan zevk almaya bakın, bol bol gülümseyin, bunu alışkanlık haline getirin.
Ne engellerle karşılaşıp, yılmayıp hayata tutunan insanların öykülerini okuyun.
Bacakları olmadan basketbol şampiyonluk kupaları alanları, elleri olmadan resim yapanları, ölümcül hasta olup da hala güneşin doğuşuna mutlulukla ortak olanları...
Her sabah gün doğumunda günaydın deyin kendinize, etrafınızdakilere ve gülümseyin,
Gülsek de, ağlasak da ertesi gün güneş "hep"doğuyor, peki hiç düşünmediniz mi sizin için yarın ya doğmazsa?
Çok geç olmadan, hayatınızın yönünü değiştirin ve küçük mutluluklar yaratın kendinize,
Hayallerinize doğru aydınlık bir yol sizi bekliyor...
Günaydın, günaydın, günaydın :)
14 Ocak 2009 Çarşamba
"öyle bir şey"
13 Ocak 2009 Salı
"pazar sabahı"

Hep aynı heyecan kalır biliyorum, isterseniz kalır...
Bir sabah müzik eşliğinde bir kahvaltı...müzik olmadan yaşayamam ben,
duramam, düşünemem, uyanamam.
Hep bir yerlerde aynı hayal var, sizi siz yapan detayları yaşamak için,
"Yaşam"

George carlin amerika'da 70 ve 80 li yılların bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. 11 eylül den (9-11) ve karısının ölümünden sonra şöyle yazmıştı.
Tarih içinde zamanımızın paradoksunu şöyle sıralayabiliriz :
Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri,ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazlatv izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz. Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür...
(Şarkı : Sakin - Sentetik Sezar)
12 Ocak 2009 Pazartesi
"Ben"

Akşam ise enerjim tavana vurmuş bir şekilde gülüp durdum, sanki o iğrenç haftaların acısını çıkartıyordu ruhum, biri kulağıma bir şeyler fısıldadı : "Geri döndün, bu çok güzel diye..." Gerçekten de ben gülümsediğimde, neşeli olduğumda, istekli, inançlı ve kendimden emin durduğumda "ben" oluyorum.Senelerdi gülüşüme, yaşam enerjime ve her şeye rağmen ayakta durmama hayran olan insanları unutmamalıyım.Ben buyum! Gülümseyişi, deli halleri, çılgınlığı olanım ben, aksi, huysuz, isteksiz olan değil! Yeniden gülümsemeye başladığım için çok mutluyum, hayata yeniden iyi bakabildiğim için de... Şükürler olsun, dibe vurmak bazen iyi geliyor, kendinizi bulup toparlanıp yeniden yeryüzüne doğru yol alıyorsunuz!
Şimdi bu yazıyı okuyan herkese Travis'in muhteşem şarkısı "love will come through"u gönderiyorum, doya doya dinleyin:)
[En büyük isteklerimden biri bu şarkıyı Travis'den canlı olarak dinlemek ve dinlerken açıkhavada yıldızların altında sevgilimle dans etmekti. Ve geçtiğimiz yaz gerçekleşti...]
"Kaybettiklerimiz..."

9 Ocak 2009 Cuma
"İyi ve Kötü"

"Dayan Ful, unutma ki güneş seni terketmedi sadece bulutların arasında..."

"İşteyim, yarın cumartesi! Doktora gideceğim ve dün maaşımı aldığım için mutluyum, bir de halim olursa önceden alınmış bir tiyatro biletim var!Ancak daha iyileşememenin verdiği moral bozukluğunu,günlerdir sonu gelmeyen bulantımı ve halsizliğimi üzerimden atmak için çabalarım devam ediyor.
Her kötü oluşumda bu şarkı sonsuza dek çalıyor, defalarca kulaklarımdan bedenime yayılıyor, sözlerini sindiriyorum içime.
Dayan, biraz daha dayan ve tutun hayata Ful, unutma ki güneş seni terketmedi sadece bulutların arasında..."
The sun has left and forgotten me
8 Ocak 2009 Perşembe
"Kulağımın pası silindi!"


7 Ocak 2009 Çarşamba
"Sağılığın nasıl, sen ondan haber ver!"

EMEĞE SAYGI
neler yazmışım neler...
- Şubat 2015 (1)
- Aralık 2013 (1)
- Ağustos 2013 (1)
- Aralık 2012 (1)
- Şubat 2012 (2)
- Ocak 2012 (2)
- Kasım 2011 (2)
- Ekim 2011 (8)
- Eylül 2011 (6)
- Ağustos 2011 (6)
- Temmuz 2011 (8)
- Haziran 2011 (10)
- Mayıs 2011 (20)
- Nisan 2011 (13)
- Mart 2011 (5)
- Şubat 2011 (7)
- Ocak 2011 (12)
- Aralık 2010 (16)
- Kasım 2010 (9)
- Ekim 2010 (3)
- Eylül 2010 (6)
- Ağustos 2010 (10)
- Temmuz 2010 (2)
- Haziran 2010 (9)
- Mayıs 2010 (7)
- Nisan 2010 (7)
- Mart 2010 (13)
- Şubat 2010 (11)
- Ocak 2010 (4)
- Aralık 2009 (2)
- Kasım 2009 (5)
- Ekim 2009 (2)
- Eylül 2009 (4)
- Ağustos 2009 (8)
- Temmuz 2009 (2)
- Haziran 2009 (9)
- Mayıs 2009 (15)
- Nisan 2009 (19)
- Mart 2009 (18)
- Şubat 2009 (14)
- Ocak 2009 (23)
- Aralık 2008 (18)